Bir meselemiz var; günlük koşuşturmada araya sıkışan… Histen doğup halde şekil bulmak gibi, kitap tadında iç konuşmalarımız. Hepimizin anlatacağı şeyler var. Bazımız hiddetle, bazımız sözle, bazımız susmakla…
Anlatanlardan biri resme döktü söyleyeceklerini. Tablodaki manzarayı okudular: Batan güneş, deniz ve manzaraya duran kız. Gördüklerini yorumladılar. Rüzgarı hesaplamadılar. Rüzgar çizilmezdi anca dokunduklarından bilebilirdin rüzgarı. Gönül gözüyle bakan, kızın cevabını duyar: "Ne güneşe, ne denize, rüzgara karşıydık biz. Aykırılıktı bizi biz yapan, tamda o yüzden hiç biz olmadık! " Yelkenini doğru açan yol alacaktı biz gördük, onlar görmediler. Biz dediği akıl ve duygu ikilisi. Birbirine dost ise bu iki nimet, şifreyi çözdün say.
Elmasın hikayesinden esinlenip derdi, karadan ziynete çevirmeyi deniyoruz. Yani dertten kasıt melankolik manada değil, dertten zuhur edecek güzellikleri daha görmeden tebessümle karşılamak. Manayı kendi lügatında yeniden tanımlayan insanların üzerinde dert kendince dertleniyor.
Sadece gözüyle görenler okumayı bilmiyor. Amaçsız hayatlara asılsız mutluluklar ekleyip hiç bir derdi dert edinmeden eğlencelik insanların asıl derdi var da, teşhis konulmadığı için farkında değiller.
Kalpler kararmışken hiç bir söz tesir edemez sanıyoruz ya, söze tesir verecek olan Allah, zift karası kalpleri de belki pūru pak eder. O yüzden kimseden ümidi kesmeden konuşmak, tesir edenin aracısı olmakta güzel. Konuşanın kelime dağarcığından çok niyeti yön veriyor sonuca. Bütün yapmacıklıklardan arındırılmış bakış derinliğiyle tesirin kıvamını ayarlayıp sadece konuşmak..
Dahası Hâl diliyle konuşmak! Dünya sana karşıyken sen dünyayı rüzgar say. Savrulacağını bilsen de önünde durmak, rüzgara siluet olmanın görev bilinci.. Her savruluşta darbe almayı düşünmeden yıkıp geçtiklerin, belki yeniden yerini bulmak için yıkmak ve yıkılmak gerek. Hâl dili dedik ya…
Üslubunu bozmadan hâli harikulade ederken sen, üslubuna sövenlere tebessümle ayna tutuver. Tebessümünde alay arayanlara cevabı ayna versin. Şefkat tebessümünü öğrenmemişlere dua nazarında kalp konuşur. Duyamamak özürden sayılmaz hallerinin kabahatidir. Kabahate de varız belkiyi yaşamak ümidiyle..
Kapı önündeki dertler değil has odada neler var? Mecburi yaşanılanlar kendi hayatımıza uyguladığımız diktatörlük mü yaşamaktan kast? Hep bir soru cevap hep bir öğrenilmiş çaresizlik.. Hassas tartılarda neler var?
Sus oruçları var, ibadetinin hazzını tadamayanlara açılmayacak.
Akıl dertlenir kalp telkin ederse yolunu bulur dert. Bizim bilemediğimiz de bu sanıyorum. Akıl ve kalp savaşırsa muhakkak ki galip gelen yoktur. Uzlaştırıcının lütfunda nasiplenmeyi bilmek gerek.
"belki yeniden yerini bulmak için yıkmak ve yıkılmak gerek." yazının tamamına katılıyorum. Lakin alıntı yaptığım yer hakkında cevabını veremediğim bir şey var ve hala yazının bütünü ile uyuşturamıyorum. Bu da benim cehaletim olsun. Umarım yazıdaki gözüyle görüp okuyamayanlardan olmam diyeceğim lakin yazının genelindeki teslimiyete teslim olmuş biri olarak bunun karar makamı kimdir? Merak ediyorum.
ben ben ben insanlarin en buyuk sorunu hakliyim iyiyim guzelim akilliyim ben herseyim en sonunda. eger hicligi ogrenebilse insan butun sorunlar hiclige varacak lakin insanoglu sonucta gunahkar riyakar bencil. ben demeden biz demeyi ogrenememek kotuyu sen yaptin iyiyi ben gelgorki kotuyude iyiyide herseyi beraber yapar insanoglu sevdigiyle arkadasiyla ortagiyla fikirdasiyla hep bizler yapariz iyiyide kotuyude. bunu ogrenmek lazim bizler hiciz asil o*** yuce yaradandir hatamizlar sevabimizla bizleri affetsin
Teşekkürler hocam