Bazen hiç olmadık bir şey öğretiyor doğruyu. Küçük çocuğun yüzündeki gülümseme, hayattaki bütün beklentilerden vazgeçiriyor. Vazgeçmeyi bilmek ne güzel. Emeğine üzülüyorsun ve hiç olma endişesi, keşkeler… Merak etme diyorsun. Onun hayatından bir Sen geçti. Belki de hiç gitmemek üzere. Herkesin bir görevi vardı hayatta seninki de hayatlara dokunmaktı belki de hiç kalmamak üzere…
Tertemiz gitmek! Adamlık giderken anlaşılırdı, öyle efendi efendi.. Tabi adamdan daha adam kadınlarda var! Anlatacaklarımız vardı sonuna kadar kendini savunabilirdin diyorsun kendine ama ne gerek var! Bütün şeffaflığıyla ortadayken her şey, neden boşa sesimizi harcayalım? Evrende hiç bir ses dalgası kaybolmuyormuş ya, boşa bellekte yer kaplamamak lazım. Kendimize bu tarz sebepler bulduk hep. Susmak en acı ağıttı ama kimse duymadı. Şimdi o ruhu çıkar taşıyamayan o bedenden. Nasıl olsa o sana aitti. Bir beden aradın giydirecek, kimine bol kimine dar geldi. Belki önce ruh değil kişi bulmalıydık sonra sevmeliydik. Önce sevip sonra giydirecek bedenle karşılaşamamaktan ibaret bütün sorun. Onca yazılmış hikaye varken neden kendi hikayesini yazar insan? Benim sevmekten anladığım buydu dedi şarkıda! Sonra dedim ki: Yüzü olmayan birini sevdin sen. Var say ki amasın. Sesini duymadığın birini sevdin sen. Var say ki sağırsın. Maddeye sığdıramadıklarına üzülme. Onlar senin sonsuzluğun. Ya aşkı hiç tatmayan garibanlar napsın?
Bazıları vardır ara ara aşık olurlar. Bazıları vardır kendini bildiğinden beri aşıktır. Olmayan birini severler sonra denk gelen birine yakıştırırlar aşklarını. Taşıyamadıklarını gördüklerinde bir süreliğine emanet ettiklerini geri alırlar. Şimdi neden taşıyamadın diye kızmakta yersiz. Zaten biraz daha ayrıntıya inersen anlayacaksın ki hayatına dokundukların senin ibadetin dedim kendime. Gönül bağı kurduğun herkimse, rastlamak istediğin değil diye ibadetinden vazgeçecek değilsin ya!