Bizde atasözüdür; Kurunun yanında yaş da yanar!
Ama hak ve adalet terazisi der ki, kurunun yanında yaş da yakılmamalı…
Bana bu atasözünü hatırlatan olay ise Seferihisar yangını…
Malum İzmir ile birlikte Türkiye’nin de yüreği yandı.
Yandı yanmasına ama biliyorsunuz ki yüreklerin yanması tek başına sorunu da çözmüyor.
Yakın zamanda yanan alanı yeniden gezdim, aslında gezdim de denilemez.
Mümkün olan en yüksek noktaya çıkıp, yanan alanı tek bakışta görmeye çalıştım ama o da mümkün değil.
O kadar büyük bir alan yanmış ki, ancak uçak ya da helikopterle havadan bakarsanız toplamını görebiliyorsunuz.
Şimdi buna bir virgül koyalım, çünkü iki olay anlatıp yeniden bu konuya döneceğim.
Geçtiğimiz hafta İzmir’de Türkiye’nin belki de en önemli organizasyonu vardı.
Maden Kurtarma Yarışması…
Elbette isim yanlış algıya yol açıyor ama yapılan şey maden kurtarma değil; maden göçüklerinde veya doğal afetlerde insan kurtarma tatbikat ve yarışmasıydı…
Türkiye’deki gerek kamu gerekse özel sektördeki tüm büyük maden firmaları ya yarışma ekipleri ile bu organizasyonda yer aldı ya da gözlemci olarak bulundular.
Devlet de ilgili kurumları ve bakanlıkların ilgili birimleri ile organizasyonun içindeydi.
Türkiye gibi neredeyse her 10 yılda bir ölümcül depremlerle sarsılan bir ülkede, maden firmalarının kurtarma ekipleri her zaman hayati rol oynar.
Çünkü Sivil Savunma yeni ismi ile Afet ekiplerine en donanımlı, en eğitimli ve tecrübeli desteği işte bu maden kurtarma ekipleri verir.
Gerek teknik donanım olarak gerekse tecrübe ve yetkinlik olarak en hazır ekipler genelde onlar oluyorlar.
Özellikle insanların canlı olarak kurtarılabileceği ilk 72 saatte bu ekiplerin varlığı, onlarca hatta yüzlerce hayatı kurtarabiliyor.
Aksine yetkin olmayan ekiplerin veya düzensiz gönüllülerin afetlere müdahalesi bazen yarardan çok zarar doğuruyor ki bunu son büyük depremlerde yaşadık.
Tabi maden kazalarından söz etmişken, Soma’yı anmamak, oradaki büyük felaketi düşünmeden geçmek mümkün değil.
İnsanın her hatırladığında, ‘keşke onların da çok yetkin ve donanımlı kurtarma ekipleri olsaydı, keşke göçük öncesi alınması gereken her türlü güvenlik önlemi alınmış olsaydı da 301 insanımızı yitirmeseydik’ diyesi geliyor.
İşte bu acı tecrübelerin ardından bana göre Türkiye’nin kamu ve özel sektör madencileri, sadece Türkiye’de değil belki yakın coğrafyalarda da ses getirmesi gereken bir organizasyona imza attı.
Türkiye’nin en büyük maden firmalarının katılımı ile maden göçüklerine veya deprem gibi doğal afetlere müdahale potansiyelini arttırmak için Maden Kurtarma Yarışması düzenledi.
Yarışma alanı olarak da İzmir’deki Efemçukuru seçilmişti.
Yarışmaya katılan ekipler felaket, kaza ve göçük senaryoları dahilinde yetkinliklerini ortaya koydular. Başından beri takip ettiğim organizasyonda neredeyse madencilik sektörünün tüm bileşenleri, hatta madencilik ailesinin tamamı vardı.
Ama ne gariptir ki onlar dışında da hiç kimse yok gibiydi. Sanki maden kazaları, göçükleri, depremler, seller, büyük yangınlar, afetler sadece onların işiymiş gibi… Üzüldüm…
Ödüllerin de verildiği yarışmanın gala yemeğinde ise ilginç bir olay yaşandı. Salonun gürültüsüne rağmen yarı ağlamaklı bir ses tonu bir anda dikkatimi toplamama neden oldu.
Sonradan öğrendim konuşanın; Efemçukuru’unda yer alan Tüprag Altın Madeninin Genel Müdürü Yaşar Dağlıoğlu olduğunu… Sonra tanıştım, her ne kadar anlatmak istemese de ben duygulanmasına yol açan olayın detaylarını da öğrendim.
Konu elbette Seferihisar orman yangınıydı. Madenciler üzerindeki genel algı dolayısıyla hiç hak etmedikleri bir ‘ima’ linçine maruz kalmışlardı.
Yaşar bey diyor ki, “Üç gün süren o büyük felaket süresince ormanı kurtarmakla kendimizin ve 739 çalışanımızın canını kurtarmak terazinin aynı kefesindeydi. Biz canımızı kurtarmak için ne yapılması gerekiyorsa, ormanı kurtarmak için de aynı şeyleri yaptık. Yangını söndürmekle canımızı kurtarmak bizim için ortak bir kaderdi” diyor.
Ancak onlar böylesine trajik bir mücadele verirken, daha ormanla birlikte her an ateşin kendi tesislerini ve canlarını sarma riski devam ederken, sosyal medyada binlerce ‘ima’nın da hedefi olmuşlardı.
İşte Yaşar beyi ağlamaklı hale getiren de bunlarmış.
Sonra öğrendim ki Seferihisar yangınında Efemçukuru bölgesine müdahale eden helikopterlerin su alabildiği 4 yangın havuzunun 4’ünü de zamanında bölgeye Tüprag yapmış.
Hatta o büyük felakette Efemçukuru’ndaki ormanları kurtarmaya bu 4 havuz da yeterli gelmemiş. Bu durum karşısında Tüprag kendi ihtiyaçları için kurduğu büyük havuzu da kullanıma açmış. Sadece bu büyük havuzdan 700 tanker su alınmış. Ama yangın sönmek bilmeyince bu havuzun da suyu tükenmiş ve Tüprag, içme ve kullanma amaçlı suyunu bulundurduğu depodan tankerlere su vermeye başlamış.
Yani işin özü Efemçukuru’ndaki ormanları yangından kurtaran Tüprag’ın bölgede yaptığı havuzlarle tesis içindeki havuz ve su deposu olmuş. Tabi diğer bölgeler için helikopterler Tahtalı Barajı ile Beyler Barajından su almışlar. Çünkü arazinin yapısı gereği uçakların kullanımı çok mümkün olmamış, helikopterlerle vakit kaybetmemek için en yakın bölgeden su temin etme yoluna gitmişler.
Daha sonra yaptığımız özel görüşmede Yaşar Bey, anlatmak istemese de başka şeyler de öğrendim. Tüprag sadece su kaynakları ile değil, iki itfaiye aracı ve bütün ekipleriyle 52 saat süren yangını; orman ekipleri ile birlikte omuz omuza göğüslemiş.
Yazılmamak kaydı ile anlattığı için kendisinden özür dileyerek yazmak zorundayım. Aksi takdirde insanlar büyük bir felaketin içinde olmadıkları için doğal olarak bazı önemli detayları hiç bir zaman göremeyebiliyorlar.
Yangın büyük olunca sadece İzmir’deki orman ekipleri değil, çevre illerdeki orman itfaiyecileri de yangını söndürmek üzere apar topar gelmişler. Tabi kimsenin önceden hazırlık yapacak vakti yok. Ki hazırlık yapılsa bile 3 gün süren yangına hiçbir hazırlığın yetme şansı da yok.
İşte o noktada da Tüprag sadece su kaynaklarını değil, aynı zamanda tüm gıda ve kıyafet stoklarını da açmış. Yangınla mücadele eden ekiplerin, yemek, su ve diğer ihtiyaçları, stoklar tükenene kadar karşılanmış. Yaşar bey bu konuda çok hassas durduğu için rakamları yazmıyorum ama her birinden binlerce adet…
Tüprag’ın stokları gibi yemekhanesi, reviri, araçları özetle neyi varsa o üç gün boyunca orman ekiplerine açılmış.
Anlaşılan bizim İzmir’den dumanlarını görüp türlü yorumlar yaptığımız o devasa felaketi, bazıları adeta Kurtuluş Savaşı ruhuyla yaşamış.
Elbette bu sadece Tüprag, tarafındaki mücadele… Bu mücadelenin odağındaki orman kurtarma ekibi, hayatıyla birlikte bütün varlığını yitirme riski ile karşı karşıya olan bölgedeki köylüler var… Başkanı ve bütün birimleri ile İzmir Büyükşehir Belediyesi var, Menderes’i, Karabağlar’ı, Konak’ı, Güzelbahçe’si, Urla’sı, Seferihisar’ı var…
O derin vadilere onlarca sorti yapan helikopterler ve bir tanesi de yangın söndürüldükten kısa bir süre sonra hayatını kaybeden helikopter pilotları ve ekipleri var.
İşte o akşam salondaki o yarı ağlamaklı sesin izini sürdüğümde bunları öğrendim.
O yüzden şimdi başa dönüp, atasözünü yeniden hatırlatıp diyorum ki; artık gözümüz gördüğüne göre yaşın yanında kuruyu da yakmak zorunda değiliz.