Çiğdem CANPOLAT / ÖNCÜŞEHİR- Efes Selçuk Belediyesi, Dayanıklı Kent Konferansı ile dayanıklı kent ve yerelde katılımcı kalkınma hedefini bilim insanları, uzmanlar ve sivil toplum temsilcileri ile birlikte planlıyor.
Bugün Ahmet Taner Kışlalı Toplantı Salonu’nda gerçekleşecek konferansın açılış konuşmasını Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel yaptı. Açılış konuşmasının ardından düzenlenen birinci oturumda Dr. İnan İzci, Nasuh Mahruki ve Doç. Dr. Ezgi Orhan konuşma yaptı.
SENGEL: EFES SELÇUK’A BİR KILAVUZ BIRAKALIM İSTİYORUZ
Kentin tüm bileşenleriyle dayanıklılık için çalıştıklarını ifade eden Başkan Ceritoğlu Sengel, “Özellikle 17 Ağustos gününü tercih ettik. Bu vesileyle depremin hala daha içerimizde yarattığı acı devam ederken 30 Ekim İzmir depremi ve 6 Şubat günü yaşanan depremi de dahil edersek, ciddi olarak depremlerde ders almamız gereken bir coğrafyada yaşadığımızın kanıtıdır. Konferansımızın esas içeriği dayanıklılık kelimesinden geçiyor. Bir risk ve tehlikeye karşı kendini savunma mekanizması. Efes Selçuk’un dayanıklı olması için düşündüğümüz silsileler vardı. Vatandaşın talepleri var. 2019’dan beri ve daha öncesinde de belediyede çeşitli toplantılar yapılır. O toplantılarda ihtiyaçlar noktasında kente yön verilir. Biz bu toplantıları yapıyoruz, onlara göre şekillendiriyoruz ama bu işin bir kompozisyon olması gerekiyor. Sadece afet noktasında değil kentin gerçekten her türlü konuya dayanıklı hale gelmesi çok önemli. Çok daha öncesinde başlattığım bir toplantılar zinciri vardı. Görüşlerini alalım, onlar bize altılık olsun ona göre yol belirleriz dedik. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. 6 Şubat depremi bizi de alt üst etti. Bu noktada en son aşamada bugün hep beraber bir araya gelmemize vesile olan toplantıya başlıyoruz. Bizler biraz sonra akademisyenlerimiz vasıtayla edindiğimiz bilgilerle yuvarlak masalarda Efes Selçuk’un dayanıklılığı için konuşmalar yapacağız. STK’ların başkanları ve yönetim kurulu üyeleri ve muhtarlarımızın olması nedeniyle... Bir kenti yönetmek sadece belediye başkanının değil STK’lara liderlik yapmış olanlar ve söz söyleyecek olanlar bir arada olması ile ilgili bir durum. Sizlerle bir araya gelerek belirlediğimiz 4 başlıkta konuşmalar yapıp fikirlerimiz birbirimiz anlatacağız. Çalıştayın sonunda bahsedilen başlıkları halka anlatabilmek anlamında bütün ilgilileriyle tek tek görüşerek Efes Selçuk’un kullanma kılavuzunu oluşturacağız. Belediyeyi ve kenti yönetmek kamu kuruluşlarıyla birlikte her belediye başkanı değiştiğinde belediye başkanının ne istediği ve vizyonu değişiyor. Toplumla birlikte hep beraber yönetilmesi, fikirleri alarak da daha da genişletilmesiyle alakalı bir durumu söz konusu. Biz Efes Selçuk’a bir kılavuz bırakalım istiyoruz. Bu karar verdiklerimizin hepsinde ortaya çıkan kılavuz benden sonra gelen veya benimle, ne yapılabileceğini bilecek bir pozisyona gelsin istiyoruz. Aslında bakarsanız Efes Selçuk’un belediye nazarında ve yönetim noktasında hem kurumsallaştırmak hem de toplumsallaştırmak istiyoruz. Bunları yaparken bu kente aidiyet duygusu olan sizlerle ve akdeminin ve uzmanların ışığında yapmayı planlıyoruz.
İZCİ: BU BAYRAĞI İLK KALDIRAN EFES SELÇUK
Geleceğe dayanıklı ve sürdürülebilir bir kent bırakmanın öneminden bahseden İnan İzci, “Efes Selçuk’un yapmak istediği aslında şu; ‘Ben anayasal görevimi sorumluğunu alıyorum. Can ve malı koruyup ondan sonra üstüne koyacağım. Ben bilirim edasıyla değil biz kenti akılıyla biz bu işi yapacağız’ diyor. Bu yüzden dayanıklılık çok önemli. Çok güzel binalar yaparsınız ama suyu, kanalizasyonu, yolu yoksa çöp olur. Artık kalkınırken sürdürülebilir olmamız lazım. Gelecek nesillerin haklarını yok saymamız lazım. Bunun için yapılan çalışmalarda 11 hedef belirlendi ve 11’nci hedef olarak dayanıklı ve sürdürülebilir şehirler olarak tanımlandı. Bu noktada Efes Selçuk’ta yapılan sadece Efes Selçuk’un meselesi değil. İzmir’in, Ege’nin, Türkiye’nin dünyanın meselesi. Belediyenin yaptığı çalışma İzmir’e geye katkı yapma çabası. Görmemiz gerek şu, bir araya geliyor, konuşuyoruz da ne oluyor meselesi. Sorunun ne, engeller ne, çözümü için ne yapacağız? Bunu konuşacağız. Başkan günü kurtarma peşinde olmadığını kentin geleceğinin kurtarma peşinde olduğunu söyledi. Bu çok önemliydi. Buraya gelme sebebim akademik kariyerimin yanı sıra en çok vatandaşlık bilinciydi. Çünkü bu bayrağı ilk kaldıran Efes Selçuk. Yaptığınız bina, büyüttüğünüz çocuk, diktiğiniz okul, selam verdiğiniz komşu… bunların hepsi bir şehir dayanıklı olursa sürecek. Yoksa betonların içinden ceset çıkacağız. Bu işin hiç şakası yok!” dedi.
MAHRUKİ: YAPILMASI GEREKEN TOPYEKÛN SEFERBERLİK İLAN ETMEKTİ
AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, 17 Ağustos ile 6 Şubat depremi arasındaki farklardan söz ederek, “6 Şubat depremlerinden sonraki süre yorumlamaya çalışıyoruz. 17 Ağustos hala hafızalarımızda taze. Arasında büyük bir fark vardı, Türkiye milletinin performansı hakkında. 17 Ağustos’tan önce kimse deprem konuşmuyordu. 6 Şubat geldiğinde herkesi depremi konuşuyor, herkes biliyordu. Ama performansımız arasında büyük bir fark vardır. Bunun bedelini en ağır şekilde ödedik. Bunu yıllar önce nasıl becerdik, bunu konuşmamız lazım. Bir kapasite sorumluluğudur afet mücadelesi. Kapasitemiz yetmezse yardım çağrısı yapmanız gerekiyor. 17 Ağustos’ta ve 6 Şubat’ta da uluslararası yardım çağrısı yapıldı ama kendi en organize kurumunu TSK’yı devreye sokmadı. 17 Ağustosla ilgili fark TSK’nn sonradan gelmesi oldu. Yapılması gereken topyekûn seferberlik ilan etmekti. Olayın mega bir deprem olduğunu anladıkların da ki anladılar, mega seferberlik ilan etmeleri gerekirdi. Ama etmediler… Asker neden yoktu diyen ilk bendim. Niye yok asker? Bu zamana karşı bir yarıştı… İlk saatler müdahale çok önemlidir ve biz ilk 24 ve 48 saati kaçırdık ve olan orada oldu zaten. Devasa bir coğrafya etkilendi ve bu kışın yaşandı. Hipodermi gibi bir riskte vardı, belki de bunan öldü bir çoğu. Aslında tıbbi destek alıp kurtulacakken kurtulamadı bir çoğu. Mevcut yağı stokunun kötü olması, ikide bir çıkartılan imar affı ve denetlenmemesi, çürük binaların affedilmesi... Hadi siz affettiniz, deprem affeder mi? Çok ağır bedel ödemek zorunda kaldık. 17 Ağustos depreminde daha az insan enkaz alında kaldı. Ama 6 Şubatta çok daha fazla insan enkaz altında kaldı ve vefat etti. TSK’nın müdahalesi iki depremin arasındaki farktı. Bütün devletler5de or5dular ilk müdahale eder. Etrafta market su hiçbir şey yok ama etrafta ATM, kuyumcu, dükkan var. Kamu düzeninin ortadan kalktığı ortamda yağmacılar, hırsızlar, tacizciler, çeteler ortaya çıkar. Çıkar da çıkar. Biz 17 Ağustos’ta başardığımızı, 6 Şubat’ta başaramadık. TSK devre dışıydı çünkü bugün hala devre dışı. Beklenen İstanbul depremi çok daha büyük yıkıma neden olabilir. İstanbul 6 Şubat’ta yaşanan bölgedeki nüfus yoğunluğunun 20-20 katı. Bir de 4 milyon sığınmacıyla birlikte yaşıyoruz. O gün geldiğinde sığınmacıların nasıl davranacağını kimse kestiremez. Önlerine gelene vatandaşlık dağıttılar. Kaç kişiye verildi bilmiyoruz. Normalde verilen vatandaşlık Resmi Gazete’de isim isim yayınlanırdı. Kaldırıldı. Türk milleti üzerinden bir oyun oynanıyor. Bu oyunun bedelini ilk Maraş depremindeki insanlar ödedi” diye konuştu.
ORHAN: AFET RİSKLERİNİ DÜŞÜNMEMİZ VE ÖNLEM ALMAMIZ GEREKİYOR
Son olarak konuşan Doç. Dr. Ezgi Orhan ise, “17 ağustos depremi milat oldu. Afet yönetimimizi farkındalıkla birlikte değiştirmeye başladık. O değişimle birlikte mevzuatımızda da yasal yapımıza kadar pek çok değişimi meydana getirdi. Bu mevzuat değişikliğindeki en önemli noktayı dünya trendine bırakalım dedi. Risk azaltma. Risk azaltamaya dair ne yapabiliriz dedik. Kentlerimizin ne kadar zayıf oluğunu gördükten sonra o mevzuatta değişiklik yaratmaya başladı. İlçe yönetimlerine dönüşümü işaret eden araçlar verildi. Yapılı çevreler zayıf onu dönüştürülebilecek bir şeye işaret etti. Bu da kentsel sönüşüm önümüze bıraktı. Başka araçlarda tanımlandı. Eylem planları üretmeye, dünya uluslararası deprem stratejisi yaptık. Çoklu afet risklerine de bir şeyler yapmak gerekiyor. Türkiye buna da uyum sağladı. Bunun bir sonraki aşaması, bu belgeler hazırlandıktan sonra bunu uygulayan yerel yönetime devir teslim gerekiyordu ama bunun uygulayan çok az oldu. İnisiyatif alanlar ve uygulamaya geçenler az oldu ve yaygınlaşamadı. Belirli bir süre seçilen yerle yönetim, belirsiz bir gelecek için gelen afet için yatırım yapar mı? Yoksa kısa sürede geri dönüşüm olacak projelere mi öncelik verir? Ülkemizde uzun caddeli afetler için tetikleme mekanizması gerekiyor. Bu harekete geçmeyi nasıl sağlayabiliriz? Yerel yönetimlerin kaynakları merkezi idareye göre sınırlı. Müdahale etmek zor. Riskleri bertaraf edemedikçe büyüyen bir problem ortaya çıktı. Biz risklerden kaçınamıyoruz ve kentleşmemiz test edilmişti ve yaralı olduğunu gördük. Biz gözümüzü kulağımızı İstanbul’a dikmişken beklemediğimiz bir yerde hata verdi. Bir şeyi hızlı yapmak istiyorsanız en kolayını ve en ucuzunu seçersiniz. Hazine arazileri, yamaçlar, dere yatakları. Bütün kentleşmemiz bunun üzerine kurulu. 99 depreminde başka, 6 Şubatta başka yerde gördük. Bütün ülkede yaşanan bu sorun… Elimizdeki sınırlı kaynaklara mücadele edemezsek nasıl dirençlilikten bahsedeceğiz? Bu yap içinde oldukça zor. Üst karar mekanizmamız yoksa, merkezi yönetimlerden yerel yönetimlerden böyle bir irade yokken bütün toplumda şu beklenti ortaya çıkıyor. Bir gün zarar edersem, biri gelir yardım eder. Yardım bekleme durumumu o kadar uzun süre devam ediyor ki! Pasif vatandaşlar oluşuyor. Kentimiz dayanıklı değil ama yardım bekleyen pozisyona geliyor. Bu yardımlar dirençlik kent veya toplum olmamız sağlamıyor. Yardımlar sadece yara sarıyor. Sınırlı kaynaklar verildi yardım için. Kesin çözüm oldu mu, hayır. Kamumun her seferinde aynı yanılgıya düşecek aynı kayna yo afetler kalkınmanın önündeki en temel eylemdir. Afet risklerini düşünmemiz ve önlem almamız gerekiyor. Ama bu önlem kültürünü almak cidden zor. Kim yapacak, en temel soru bu” dedi.İKİNCİ OTURUMDA NELER YAŞANDI?
BAYRAKTAR: HEPİMİZ BU SORUNUN ORTAĞIYIZ
İkinci oturumda ilk olarak söz alan Doç. Dr. Ulaş Bayraktar, “Özel bir iş yapıyorsunuz, umarım bu tür çalışmalar başka yerlerde de tekrar edilir. Esas sorunumuz kim delege ilçe başkanı değil, nasıl kentlerde nasıl yaşayacağımız. Neden bu kadar dayanıksız kentlerde yaşıyoruz. Japonya’da olduğunda bunun yüzde 1’i kadar can ve mal kaybına sebep olan doğal afetler bizde büyü yıkımlara sebep oluyor. Her gittiğim yerde bunu soruyorum. Niye bu kadar çok insan ölüyor, altyapılar neden bu kadar dayanıksız, neden hemen iletişimimiz kopuyor Bunun sebebi nedir sizce? Ne olur beni aydınlatın. Ortada ciddi bir suç, hata ve cinayet, kamu kaynağı kullanımı var. Biz de sorumluyuz. Biz de evimizde, ruhsatı alırken mimari projesini alırken… Hepimiz bu sorunun ortağıyız, bu suçu ve sorumluluğu belediye başkanına, müteahhitte atmandan önce düşünmemiz gerekiyor. Biz aslında hızlı bir şekilde bir takım sorunları çözmek için hallederiz, kaderdir diye bir takım savunma mekanizmaları geliştiriyoruz. Bu uzun vadede adaletsizlik yaratıyor. Maraş depremlerinde dikkatimi çıkıt, bir anda Türkiye’nin her yerinden bir iyilik fışkırdı. Birkaç gün sonra fiyatlar artmaya başladı, kalitesiz mallar verilmeye başladı. 2 gün önce iyilik fışkırırken bir anda kurnazlığa döndü. Türkiye’de enayilik ile iş birliklerle iş yapıyorsunuz. Bizim kararlarımızı bir takım ilkelere dayamadığımız sürece biz de onlara benziyoruz. Buna devlette çok sesini çıkarmıyor. Burada siyasette besleniyor. Olayın daha vahimi, deprem doğal afetten bahsetmiyoruz. Genel olarak bir çürüme var. Şu anda her şey çürüyor. Ekonomi üretim zekamız değişiyor. Bu değişikliği travmaları karşısında ne yapacağımız bilmiyoruz. Kompas o yüzden önemli geliyor bana. Kokan zehirli bir çöp alanı da olabiliyor, aynı yığın farklı şarlar altında humuslu bereketli toprakta olabiliyor. Aynı çöp bir yerde zehre dönüşürken öbür yandan bereketli toprağa dönüyor. Oradaki çürümenin 3 sebebi var. oksijensizleşme, toplum da öyle. Adalet yok. Adalet duyumuzu yitirmiş urumdayız. Belli kesimlere lütfedilen bir ayrıcalık olarak görüyoruz. Bu neye sebep oluyor? Oksijen kalmış organizmalar gibi adaletsiz topluluklarda bildiği, tanıdığı kendine yakın insanlarla bir araya geliyor. Tarikat, hemşeri dernekleri kuruyor. Bu bizi o toprağın çeşitliliği gibi toplumun çeşitliliğini de kaybediyor. Biz kimseye güvenemeyiz, çünkü o bizi kazıklamaya çalışıyor. O zaman kimseye güvenmeyelim diye düşündürüyor. Kendi içimize kapanıyoruz. Bu da yetmiyor çöp yığının zehirli pis kokan yığını gibi kendimizde olmayan bir söz veriyoruz. Şeriat, sığınmacı, öteki diyoruz. Nefret söylemiyle karşılaşıyoruz. O zehir toplumu ayrımcılığa sürükleyen bir nefret söylemine dönüşüyor. Kentin dayanıklılığı dediğimiz şeyi dayanıklılığını değil, kenti de kaybediyoruz. Gezegen üzerinde güçlü olmamızın tek şartı iş birliği. Baktığınızda bütün bu kokuşmuş düzende sefasını sürenlerin hepsi iş birliği içindeki oluşumlar. Buna cemaat, mafya deyin. Bunlar menfaat ortaklığında birleşmiş insanlar. Başkanlarda bu örgütlü güç karşısında don kişot gibi çabalamaya çalışıyorlar. Biz de bir araya gelmek zorundayız. Bu kadar güzel bir ilçenin yıllar boyu kalması ve yaşaması için, kendi sağlığınız için şu anda ne olursa olsun topluluk olmanız lazım. O yüzden bu toplantı çok önemli. Bu toplantı kentin çerçevesini belirleyecek bir toplantı. Bunu kıymetli buluyorum” dedi.
DOĞAN: EFES SELÇUK ÖNCÜ OLABİLİR
Yerel yönetimlerin stratejik planlarını incelediklerini belirten Orkun Doğan, “Bir pandemi yaşadık. Pandemide ilk akla gelen ‘biz ne yiyecektik’ oldu. İstanbul’da markete gittiğimizde bir şey bulacak mıyız, gıda krizi geliyor diye. Ben koşturup hallere gittim. O süreçte bir gıda krizi yaşamadığımız süreç yaşadık. Bu benim için şaşırtıcıydı. İki an itibarıyla raflar boşaldı. Bir tanesi ilk gece 23.00’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Planlama yapılmadan olduğu için hal kitlendi. Diğeri de 14 günlük kapanma olmuştu. Sokaktaki semt pazarları virüsü yayma açısından riskli olduğu söylendi ama marketler açık olacak dendi. Bu o kadar etkiledi ki biz yaş sebze meyve bulamadık, Antalya’dakiler de meyve sebzelerini sokağa döktü. İstanbul bu anlamda dışarıya bağımlı. Selçuk bu açıdan önemli. Bu bir plan gerektiren bir şey. Gıda sisteminin dayanıklı sürdürülebilir hale getirme iş plan dahiline olması gerekiyor. Bunu bilmeyen insanlar yaptığında neler yaşadığımızı gördük. Katılımcı planlamanın önemi ve burada yapılan açısından benim için önemli olan bir durum var. Bunun Selçuk’ta yapılması ve seçim dönemine girmeden yapması çok anlamlı. Biz bir proje kapsamında Marmara’daki 9 ildeki stratejik planlarına bakıyoruz. Bizim Marmara’da ortak riskimiz deprem. Stratejik planlamada ne öngörmüşler, risk azaltmada ne vaat edip ne yapmışlar diye bakalım dedik. Bunu inceliyoruz şu anda. Belediyeler bu işi mekânsal planlar üzerinden gidiyor. Şu an çok basit bir şey ama bir belediyenin diğer belediyenin afet konusu üzerinden yaptığı stratejik planlara baktığımda birinin diğerinden iyi olmasının nedeni katılımcı olarak yaptığı performansından kaynaklanıyor. Bu katılım araçları, dayanıklılık konusunda belediyenin kenti önüne koyduğu çalışmalar ve önerileri kendi vizyonuna katması önemli. Efes Selçuk şundan bir öncü olabilir; 50 binin altında ilçeler zorunlu olmadığı için stratejik planlama hazırlamamış. Bu sizin öncü olduğunuz bir durum. Katkı koyduğum için mutluyum” ifadelerini kullandı.
ÇINAR: PANDEMİDE BÜTÜN TURİZM ALGIMIZ DEĞİŞTİ
Turizmin yeni kavram olduğunu ve pandemide turizm algısının değiştiğini söyleyen Dr. Gözde Çeviker Çınar, “İlk defa turizm temelli kalkınma için dayanıklı kent nasıl olacak onu konuşacağız. Kentin için ne yapmamız gerekiyorsa diğer sektörleri sürdürülebilir olması için onu yapmamız gerekiyor. Kentin karşı karşıya kaldığı riskler dışında beli sektörlerin kendi yarattığı olası riskler var. Efes’te karşı karşıya kaldığımız over turizm yani kapasiteden fazla inan gelmesi ve gelen insan yoğunluğunun kullanılan materyaller yüzünden oluşturacağı çevrele faktörler var. Bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Turizmde biraz anlayış değiştirmek gerekiyor. Diğerleri gibi oturmuş gibi bir sistemi yok. Hala taşları bu yüzden yerine oturmamış bir sektör. Değişim ve dönüşüm içerisinde pandemide bütün turizm algımız değişti. Dayanıklılık ve dirençlilik kısmı turizme pandemi ile girdi. Biz yeni konuşuyoruz ama dünya hem pandemi hem afet açısından oldukça konuşuluyor. Bizim yapmamız gerekenler… Turizmi misafirliğe bahsediyorum. Bu şehrin sahibi kentliler ve turistlerde sizlerin evine gelen misafirler. Kendi evinizi iyi yapmanız, daha sonra evin içindekilerin refahını sağlamanız lazım ki o insanlar misafir ağırlayabilsin. Bizim kente kentliye yatırım yapmamız gerekiyor. Dayanıklı dediğinizde turizm de diğer bir kavram olan sürdürülebilirlikle iç içe geçiyor. Bir biri olmadan olmayan kavramlar. Mesela dünyada plastik kavramı turizmde bitti. Bu kavram Türkiye’ye de çok hızlı gelecek. Sertifikaları verilmeye başladı. Yakında turistler bu sertifika olan yerleri tercih edecek. Bizim bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor turizm başarımızı hep sayılarla ölçtük. Aslında turizmde başarı kriterlerinin değişmesi lazım. Bir sonraki de gelire bakalımdı. Ama artık o da doğru değil. Çoğun iyi olmadığını öğrendik. Bizim karlılık olarak bakmamız lazım. Ekonomi üzerinden değil sadece bu kente nasıl bir katkı yapıyor, ne geliyor ve ne getiriyor. Bunlara bakmanız lazım. Bu şekilde yeni adımlar atarsak gelecekte sokaklarında milyonlarca değil ama doğru insanların gezdiği ve kentini kirletmeden bozmadan iyi bir turizmi getirebiliriz diye düşünüyorum” dedi.
SENGEL: BİZİM YENİ ESASLAR YAPMAMIZ GEREKİYORDU
Son olarak konuşan Başkan Ceritoğlu Sengel, “Biraz önce anlatılan bütün her şey hepimize ışık tutsun demiştik. Hangi konumda olursanız olun bir idareci olduğunuzda bir kompozisyona ihtiyacınız oluyor neyi neden yapıyorum, nasıl geliştirip nasıl sonuçlandıracağım. İdareci olan kesimlerde hem tecrübelerinden hem de kıymetli hocalarımın yazdıklarına kulak kabartarak kendi bildiklerinden harman yapıyorsun. Bir de ön görü ekliyorsunuz. Bu da ışıklar sayesinde oluyor. Efes Tarlası Yaşam Köyü hikayesi böyle başladı. Tohumun satın alınması yasaklanması üzerine bütün her yerde tohum merkezi açıldı. Atalık tohum dendi ama yerel tohum doğru olandı. Yerel tohuma geri dönmek adına bir şeyler yapıldı. İlk proje olarak bu yaşam köyünden başlamamızın bir sebebi vardı. Ön gördüğümüz bir durum vardı. Evet, tohum merkezi her yerde var ama felsefesi olması gerekiyordu. Yaklaşan iklim krizi vardı, temiz olmayan toprak varı, temiz olmayan su vardı ve insanların iyi beslenmesi gerekiyor. Pandemi ön görümüzde değildi ama anladık ki gıda en önemli değer. Kendi kentimde de sağlık emekçileriyle, belediye başkanı olmadan önce yaptığım sohbette şunu öğrendim; Efes Selçuk’ta ciddi olarak kanser vakalarının çoğaldığını, temiz olmayan sebeplerle yapıldığını, ticari kaygılarla başka noktaya gittiğini öğrendim. Bu felsefe dahilinde istihdam anlamında aile tarımı ve kendi sağlığımız için koşullar önem arz ediyordu. Efes Tarlası Yaşam Köyü hikayesi gıda güvenliğini ve tarımı nasıl öğreneceğiz diye, tarım için kurduk. Tarım ilkel zamanlarda başlamış bir kavram ama turizm çok yeni bir kavram olmakla beraber Efes Selçuk iki esasa dayanıyor; tarım ve turizm. Turizm değişiyor evrimleşiyor. O yüzden bizim yeni esaslar yapmamız gerekiyordu. Söylediklerinizden feyz alıyorum” diye konuştu.
Bugün Ahmet Taner Kışlalı Toplantı Salonu’nda gerçekleşecek konferansın açılış konuşmasını Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel yaptı. Açılış konuşmasının ardından düzenlenen birinci oturumda Dr. İnan İzci, Nasuh Mahruki ve Doç. Dr. Ezgi Orhan konuşma yaptı.
SENGEL: EFES SELÇUK’A BİR KILAVUZ BIRAKALIM İSTİYORUZ
Kentin tüm bileşenleriyle dayanıklılık için çalıştıklarını ifade eden Başkan Ceritoğlu Sengel, “Özellikle 17 Ağustos gününü tercih ettik. Bu vesileyle depremin hala daha içerimizde yarattığı acı devam ederken 30 Ekim İzmir depremi ve 6 Şubat günü yaşanan depremi de dahil edersek, ciddi olarak depremlerde ders almamız gereken bir coğrafyada yaşadığımızın kanıtıdır. Konferansımızın esas içeriği dayanıklılık kelimesinden geçiyor. Bir risk ve tehlikeye karşı kendini savunma mekanizması. Efes Selçuk’un dayanıklı olması için düşündüğümüz silsileler vardı. Vatandaşın talepleri var. 2019’dan beri ve daha öncesinde de belediyede çeşitli toplantılar yapılır. O toplantılarda ihtiyaçlar noktasında kente yön verilir. Biz bu toplantıları yapıyoruz, onlara göre şekillendiriyoruz ama bu işin bir kompozisyon olması gerekiyor. Sadece afet noktasında değil kentin gerçekten her türlü konuya dayanıklı hale gelmesi çok önemli. Çok daha öncesinde başlattığım bir toplantılar zinciri vardı. Görüşlerini alalım, onlar bize altılık olsun ona göre yol belirleriz dedik. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. 6 Şubat depremi bizi de alt üst etti. Bu noktada en son aşamada bugün hep beraber bir araya gelmemize vesile olan toplantıya başlıyoruz. Bizler biraz sonra akademisyenlerimiz vasıtayla edindiğimiz bilgilerle yuvarlak masalarda Efes Selçuk’un dayanıklılığı için konuşmalar yapacağız. STK’ların başkanları ve yönetim kurulu üyeleri ve muhtarlarımızın olması nedeniyle... Bir kenti yönetmek sadece belediye başkanının değil STK’lara liderlik yapmış olanlar ve söz söyleyecek olanlar bir arada olması ile ilgili bir durum. Sizlerle bir araya gelerek belirlediğimiz 4 başlıkta konuşmalar yapıp fikirlerimiz birbirimiz anlatacağız. Çalıştayın sonunda bahsedilen başlıkları halka anlatabilmek anlamında bütün ilgilileriyle tek tek görüşerek Efes Selçuk’un kullanma kılavuzunu oluşturacağız. Belediyeyi ve kenti yönetmek kamu kuruluşlarıyla birlikte her belediye başkanı değiştiğinde belediye başkanının ne istediği ve vizyonu değişiyor. Toplumla birlikte hep beraber yönetilmesi, fikirleri alarak da daha da genişletilmesiyle alakalı bir durumu söz konusu. Biz Efes Selçuk’a bir kılavuz bırakalım istiyoruz. Bu karar verdiklerimizin hepsinde ortaya çıkan kılavuz benden sonra gelen veya benimle, ne yapılabileceğini bilecek bir pozisyona gelsin istiyoruz. Aslında bakarsanız Efes Selçuk’un belediye nazarında ve yönetim noktasında hem kurumsallaştırmak hem de toplumsallaştırmak istiyoruz. Bunları yaparken bu kente aidiyet duygusu olan sizlerle ve akdeminin ve uzmanların ışığında yapmayı planlıyoruz.
İZCİ: BU BAYRAĞI İLK KALDIRAN EFES SELÇUK
Geleceğe dayanıklı ve sürdürülebilir bir kent bırakmanın öneminden bahseden İnan İzci, “Efes Selçuk’un yapmak istediği aslında şu; ‘Ben anayasal görevimi sorumluğunu alıyorum. Can ve malı koruyup ondan sonra üstüne koyacağım. Ben bilirim edasıyla değil biz kenti akılıyla biz bu işi yapacağız’ diyor. Bu yüzden dayanıklılık çok önemli. Çok güzel binalar yaparsınız ama suyu, kanalizasyonu, yolu yoksa çöp olur. Artık kalkınırken sürdürülebilir olmamız lazım. Gelecek nesillerin haklarını yok saymamız lazım. Bunun için yapılan çalışmalarda 11 hedef belirlendi ve 11’nci hedef olarak dayanıklı ve sürdürülebilir şehirler olarak tanımlandı. Bu noktada Efes Selçuk’ta yapılan sadece Efes Selçuk’un meselesi değil. İzmir’in, Ege’nin, Türkiye’nin dünyanın meselesi. Belediyenin yaptığı çalışma İzmir’e geye katkı yapma çabası. Görmemiz gerek şu, bir araya geliyor, konuşuyoruz da ne oluyor meselesi. Sorunun ne, engeller ne, çözümü için ne yapacağız? Bunu konuşacağız. Başkan günü kurtarma peşinde olmadığını kentin geleceğinin kurtarma peşinde olduğunu söyledi. Bu çok önemliydi. Buraya gelme sebebim akademik kariyerimin yanı sıra en çok vatandaşlık bilinciydi. Çünkü bu bayrağı ilk kaldıran Efes Selçuk. Yaptığınız bina, büyüttüğünüz çocuk, diktiğiniz okul, selam verdiğiniz komşu… bunların hepsi bir şehir dayanıklı olursa sürecek. Yoksa betonların içinden ceset çıkacağız. Bu işin hiç şakası yok!” dedi.
MAHRUKİ: YAPILMASI GEREKEN TOPYEKÛN SEFERBERLİK İLAN ETMEKTİ
AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, 17 Ağustos ile 6 Şubat depremi arasındaki farklardan söz ederek, “6 Şubat depremlerinden sonraki süre yorumlamaya çalışıyoruz. 17 Ağustos hala hafızalarımızda taze. Arasında büyük bir fark vardı, Türkiye milletinin performansı hakkında. 17 Ağustos’tan önce kimse deprem konuşmuyordu. 6 Şubat geldiğinde herkesi depremi konuşuyor, herkes biliyordu. Ama performansımız arasında büyük bir fark vardır. Bunun bedelini en ağır şekilde ödedik. Bunu yıllar önce nasıl becerdik, bunu konuşmamız lazım. Bir kapasite sorumluluğudur afet mücadelesi. Kapasitemiz yetmezse yardım çağrısı yapmanız gerekiyor. 17 Ağustos’ta ve 6 Şubat’ta da uluslararası yardım çağrısı yapıldı ama kendi en organize kurumunu TSK’yı devreye sokmadı. 17 Ağustosla ilgili fark TSK’nn sonradan gelmesi oldu. Yapılması gereken topyekûn seferberlik ilan etmekti. Olayın mega bir deprem olduğunu anladıkların da ki anladılar, mega seferberlik ilan etmeleri gerekirdi. Ama etmediler… Asker neden yoktu diyen ilk bendim. Niye yok asker? Bu zamana karşı bir yarıştı… İlk saatler müdahale çok önemlidir ve biz ilk 24 ve 48 saati kaçırdık ve olan orada oldu zaten. Devasa bir coğrafya etkilendi ve bu kışın yaşandı. Hipodermi gibi bir riskte vardı, belki de bunan öldü bir çoğu. Aslında tıbbi destek alıp kurtulacakken kurtulamadı bir çoğu. Mevcut yağı stokunun kötü olması, ikide bir çıkartılan imar affı ve denetlenmemesi, çürük binaların affedilmesi... Hadi siz affettiniz, deprem affeder mi? Çok ağır bedel ödemek zorunda kaldık. 17 Ağustos depreminde daha az insan enkaz alında kaldı. Ama 6 Şubatta çok daha fazla insan enkaz altında kaldı ve vefat etti. TSK’nın müdahalesi iki depremin arasındaki farktı. Bütün devletler5de or5dular ilk müdahale eder. Etrafta market su hiçbir şey yok ama etrafta ATM, kuyumcu, dükkan var. Kamu düzeninin ortadan kalktığı ortamda yağmacılar, hırsızlar, tacizciler, çeteler ortaya çıkar. Çıkar da çıkar. Biz 17 Ağustos’ta başardığımızı, 6 Şubat’ta başaramadık. TSK devre dışıydı çünkü bugün hala devre dışı. Beklenen İstanbul depremi çok daha büyük yıkıma neden olabilir. İstanbul 6 Şubat’ta yaşanan bölgedeki nüfus yoğunluğunun 20-20 katı. Bir de 4 milyon sığınmacıyla birlikte yaşıyoruz. O gün geldiğinde sığınmacıların nasıl davranacağını kimse kestiremez. Önlerine gelene vatandaşlık dağıttılar. Kaç kişiye verildi bilmiyoruz. Normalde verilen vatandaşlık Resmi Gazete’de isim isim yayınlanırdı. Kaldırıldı. Türk milleti üzerinden bir oyun oynanıyor. Bu oyunun bedelini ilk Maraş depremindeki insanlar ödedi” diye konuştu.
ORHAN: AFET RİSKLERİNİ DÜŞÜNMEMİZ VE ÖNLEM ALMAMIZ GEREKİYOR
Son olarak konuşan Doç. Dr. Ezgi Orhan ise, “17 ağustos depremi milat oldu. Afet yönetimimizi farkındalıkla birlikte değiştirmeye başladık. O değişimle birlikte mevzuatımızda da yasal yapımıza kadar pek çok değişimi meydana getirdi. Bu mevzuat değişikliğindeki en önemli noktayı dünya trendine bırakalım dedi. Risk azaltma. Risk azaltamaya dair ne yapabiliriz dedik. Kentlerimizin ne kadar zayıf oluğunu gördükten sonra o mevzuatta değişiklik yaratmaya başladı. İlçe yönetimlerine dönüşümü işaret eden araçlar verildi. Yapılı çevreler zayıf onu dönüştürülebilecek bir şeye işaret etti. Bu da kentsel sönüşüm önümüze bıraktı. Başka araçlarda tanımlandı. Eylem planları üretmeye, dünya uluslararası deprem stratejisi yaptık. Çoklu afet risklerine de bir şeyler yapmak gerekiyor. Türkiye buna da uyum sağladı. Bunun bir sonraki aşaması, bu belgeler hazırlandıktan sonra bunu uygulayan yerel yönetime devir teslim gerekiyordu ama bunun uygulayan çok az oldu. İnisiyatif alanlar ve uygulamaya geçenler az oldu ve yaygınlaşamadı. Belirli bir süre seçilen yerle yönetim, belirsiz bir gelecek için gelen afet için yatırım yapar mı? Yoksa kısa sürede geri dönüşüm olacak projelere mi öncelik verir? Ülkemizde uzun caddeli afetler için tetikleme mekanizması gerekiyor. Bu harekete geçmeyi nasıl sağlayabiliriz? Yerel yönetimlerin kaynakları merkezi idareye göre sınırlı. Müdahale etmek zor. Riskleri bertaraf edemedikçe büyüyen bir problem ortaya çıktı. Biz risklerden kaçınamıyoruz ve kentleşmemiz test edilmişti ve yaralı olduğunu gördük. Biz gözümüzü kulağımızı İstanbul’a dikmişken beklemediğimiz bir yerde hata verdi. Bir şeyi hızlı yapmak istiyorsanız en kolayını ve en ucuzunu seçersiniz. Hazine arazileri, yamaçlar, dere yatakları. Bütün kentleşmemiz bunun üzerine kurulu. 99 depreminde başka, 6 Şubatta başka yerde gördük. Bütün ülkede yaşanan bu sorun… Elimizdeki sınırlı kaynaklara mücadele edemezsek nasıl dirençlilikten bahsedeceğiz? Bu yap içinde oldukça zor. Üst karar mekanizmamız yoksa, merkezi yönetimlerden yerel yönetimlerden böyle bir irade yokken bütün toplumda şu beklenti ortaya çıkıyor. Bir gün zarar edersem, biri gelir yardım eder. Yardım bekleme durumumu o kadar uzun süre devam ediyor ki! Pasif vatandaşlar oluşuyor. Kentimiz dayanıklı değil ama yardım bekleyen pozisyona geliyor. Bu yardımlar dirençlik kent veya toplum olmamız sağlamıyor. Yardımlar sadece yara sarıyor. Sınırlı kaynaklar verildi yardım için. Kesin çözüm oldu mu, hayır. Kamumun her seferinde aynı yanılgıya düşecek aynı kayna yo afetler kalkınmanın önündeki en temel eylemdir. Afet risklerini düşünmemiz ve önlem almamız gerekiyor. Ama bu önlem kültürünü almak cidden zor. Kim yapacak, en temel soru bu” dedi.İKİNCİ OTURUMDA NELER YAŞANDI?
BAYRAKTAR: HEPİMİZ BU SORUNUN ORTAĞIYIZ
İkinci oturumda ilk olarak söz alan Doç. Dr. Ulaş Bayraktar, “Özel bir iş yapıyorsunuz, umarım bu tür çalışmalar başka yerlerde de tekrar edilir. Esas sorunumuz kim delege ilçe başkanı değil, nasıl kentlerde nasıl yaşayacağımız. Neden bu kadar dayanıksız kentlerde yaşıyoruz. Japonya’da olduğunda bunun yüzde 1’i kadar can ve mal kaybına sebep olan doğal afetler bizde büyü yıkımlara sebep oluyor. Her gittiğim yerde bunu soruyorum. Niye bu kadar çok insan ölüyor, altyapılar neden bu kadar dayanıksız, neden hemen iletişimimiz kopuyor Bunun sebebi nedir sizce? Ne olur beni aydınlatın. Ortada ciddi bir suç, hata ve cinayet, kamu kaynağı kullanımı var. Biz de sorumluyuz. Biz de evimizde, ruhsatı alırken mimari projesini alırken… Hepimiz bu sorunun ortağıyız, bu suçu ve sorumluluğu belediye başkanına, müteahhitte atmandan önce düşünmemiz gerekiyor. Biz aslında hızlı bir şekilde bir takım sorunları çözmek için hallederiz, kaderdir diye bir takım savunma mekanizmaları geliştiriyoruz. Bu uzun vadede adaletsizlik yaratıyor. Maraş depremlerinde dikkatimi çıkıt, bir anda Türkiye’nin her yerinden bir iyilik fışkırdı. Birkaç gün sonra fiyatlar artmaya başladı, kalitesiz mallar verilmeye başladı. 2 gün önce iyilik fışkırırken bir anda kurnazlığa döndü. Türkiye’de enayilik ile iş birliklerle iş yapıyorsunuz. Bizim kararlarımızı bir takım ilkelere dayamadığımız sürece biz de onlara benziyoruz. Buna devlette çok sesini çıkarmıyor. Burada siyasette besleniyor. Olayın daha vahimi, deprem doğal afetten bahsetmiyoruz. Genel olarak bir çürüme var. Şu anda her şey çürüyor. Ekonomi üretim zekamız değişiyor. Bu değişikliği travmaları karşısında ne yapacağımız bilmiyoruz. Kompas o yüzden önemli geliyor bana. Kokan zehirli bir çöp alanı da olabiliyor, aynı yığın farklı şarlar altında humuslu bereketli toprakta olabiliyor. Aynı çöp bir yerde zehre dönüşürken öbür yandan bereketli toprağa dönüyor. Oradaki çürümenin 3 sebebi var. oksijensizleşme, toplum da öyle. Adalet yok. Adalet duyumuzu yitirmiş urumdayız. Belli kesimlere lütfedilen bir ayrıcalık olarak görüyoruz. Bu neye sebep oluyor? Oksijen kalmış organizmalar gibi adaletsiz topluluklarda bildiği, tanıdığı kendine yakın insanlarla bir araya geliyor. Tarikat, hemşeri dernekleri kuruyor. Bu bizi o toprağın çeşitliliği gibi toplumun çeşitliliğini de kaybediyor. Biz kimseye güvenemeyiz, çünkü o bizi kazıklamaya çalışıyor. O zaman kimseye güvenmeyelim diye düşündürüyor. Kendi içimize kapanıyoruz. Bu da yetmiyor çöp yığının zehirli pis kokan yığını gibi kendimizde olmayan bir söz veriyoruz. Şeriat, sığınmacı, öteki diyoruz. Nefret söylemiyle karşılaşıyoruz. O zehir toplumu ayrımcılığa sürükleyen bir nefret söylemine dönüşüyor. Kentin dayanıklılığı dediğimiz şeyi dayanıklılığını değil, kenti de kaybediyoruz. Gezegen üzerinde güçlü olmamızın tek şartı iş birliği. Baktığınızda bütün bu kokuşmuş düzende sefasını sürenlerin hepsi iş birliği içindeki oluşumlar. Buna cemaat, mafya deyin. Bunlar menfaat ortaklığında birleşmiş insanlar. Başkanlarda bu örgütlü güç karşısında don kişot gibi çabalamaya çalışıyorlar. Biz de bir araya gelmek zorundayız. Bu kadar güzel bir ilçenin yıllar boyu kalması ve yaşaması için, kendi sağlığınız için şu anda ne olursa olsun topluluk olmanız lazım. O yüzden bu toplantı çok önemli. Bu toplantı kentin çerçevesini belirleyecek bir toplantı. Bunu kıymetli buluyorum” dedi.
DOĞAN: EFES SELÇUK ÖNCÜ OLABİLİR
Yerel yönetimlerin stratejik planlarını incelediklerini belirten Orkun Doğan, “Bir pandemi yaşadık. Pandemide ilk akla gelen ‘biz ne yiyecektik’ oldu. İstanbul’da markete gittiğimizde bir şey bulacak mıyız, gıda krizi geliyor diye. Ben koşturup hallere gittim. O süreçte bir gıda krizi yaşamadığımız süreç yaşadık. Bu benim için şaşırtıcıydı. İki an itibarıyla raflar boşaldı. Bir tanesi ilk gece 23.00’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Planlama yapılmadan olduğu için hal kitlendi. Diğeri de 14 günlük kapanma olmuştu. Sokaktaki semt pazarları virüsü yayma açısından riskli olduğu söylendi ama marketler açık olacak dendi. Bu o kadar etkiledi ki biz yaş sebze meyve bulamadık, Antalya’dakiler de meyve sebzelerini sokağa döktü. İstanbul bu anlamda dışarıya bağımlı. Selçuk bu açıdan önemli. Bu bir plan gerektiren bir şey. Gıda sisteminin dayanıklı sürdürülebilir hale getirme iş plan dahiline olması gerekiyor. Bunu bilmeyen insanlar yaptığında neler yaşadığımızı gördük. Katılımcı planlamanın önemi ve burada yapılan açısından benim için önemli olan bir durum var. Bunun Selçuk’ta yapılması ve seçim dönemine girmeden yapması çok anlamlı. Biz bir proje kapsamında Marmara’daki 9 ildeki stratejik planlarına bakıyoruz. Bizim Marmara’da ortak riskimiz deprem. Stratejik planlamada ne öngörmüşler, risk azaltmada ne vaat edip ne yapmışlar diye bakalım dedik. Bunu inceliyoruz şu anda. Belediyeler bu işi mekânsal planlar üzerinden gidiyor. Şu an çok basit bir şey ama bir belediyenin diğer belediyenin afet konusu üzerinden yaptığı stratejik planlara baktığımda birinin diğerinden iyi olmasının nedeni katılımcı olarak yaptığı performansından kaynaklanıyor. Bu katılım araçları, dayanıklılık konusunda belediyenin kenti önüne koyduğu çalışmalar ve önerileri kendi vizyonuna katması önemli. Efes Selçuk şundan bir öncü olabilir; 50 binin altında ilçeler zorunlu olmadığı için stratejik planlama hazırlamamış. Bu sizin öncü olduğunuz bir durum. Katkı koyduğum için mutluyum” ifadelerini kullandı.
ÇINAR: PANDEMİDE BÜTÜN TURİZM ALGIMIZ DEĞİŞTİ
Turizmin yeni kavram olduğunu ve pandemide turizm algısının değiştiğini söyleyen Dr. Gözde Çeviker Çınar, “İlk defa turizm temelli kalkınma için dayanıklı kent nasıl olacak onu konuşacağız. Kentin için ne yapmamız gerekiyorsa diğer sektörleri sürdürülebilir olması için onu yapmamız gerekiyor. Kentin karşı karşıya kaldığı riskler dışında beli sektörlerin kendi yarattığı olası riskler var. Efes’te karşı karşıya kaldığımız over turizm yani kapasiteden fazla inan gelmesi ve gelen insan yoğunluğunun kullanılan materyaller yüzünden oluşturacağı çevrele faktörler var. Bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Turizmde biraz anlayış değiştirmek gerekiyor. Diğerleri gibi oturmuş gibi bir sistemi yok. Hala taşları bu yüzden yerine oturmamış bir sektör. Değişim ve dönüşüm içerisinde pandemide bütün turizm algımız değişti. Dayanıklılık ve dirençlilik kısmı turizme pandemi ile girdi. Biz yeni konuşuyoruz ama dünya hem pandemi hem afet açısından oldukça konuşuluyor. Bizim yapmamız gerekenler… Turizmi misafirliğe bahsediyorum. Bu şehrin sahibi kentliler ve turistlerde sizlerin evine gelen misafirler. Kendi evinizi iyi yapmanız, daha sonra evin içindekilerin refahını sağlamanız lazım ki o insanlar misafir ağırlayabilsin. Bizim kente kentliye yatırım yapmamız gerekiyor. Dayanıklı dediğinizde turizm de diğer bir kavram olan sürdürülebilirlikle iç içe geçiyor. Bir biri olmadan olmayan kavramlar. Mesela dünyada plastik kavramı turizmde bitti. Bu kavram Türkiye’ye de çok hızlı gelecek. Sertifikaları verilmeye başladı. Yakında turistler bu sertifika olan yerleri tercih edecek. Bizim bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor turizm başarımızı hep sayılarla ölçtük. Aslında turizmde başarı kriterlerinin değişmesi lazım. Bir sonraki de gelire bakalımdı. Ama artık o da doğru değil. Çoğun iyi olmadığını öğrendik. Bizim karlılık olarak bakmamız lazım. Ekonomi üzerinden değil sadece bu kente nasıl bir katkı yapıyor, ne geliyor ve ne getiriyor. Bunlara bakmanız lazım. Bu şekilde yeni adımlar atarsak gelecekte sokaklarında milyonlarca değil ama doğru insanların gezdiği ve kentini kirletmeden bozmadan iyi bir turizmi getirebiliriz diye düşünüyorum” dedi.
SENGEL: BİZİM YENİ ESASLAR YAPMAMIZ GEREKİYORDU
Son olarak konuşan Başkan Ceritoğlu Sengel, “Biraz önce anlatılan bütün her şey hepimize ışık tutsun demiştik. Hangi konumda olursanız olun bir idareci olduğunuzda bir kompozisyona ihtiyacınız oluyor neyi neden yapıyorum, nasıl geliştirip nasıl sonuçlandıracağım. İdareci olan kesimlerde hem tecrübelerinden hem de kıymetli hocalarımın yazdıklarına kulak kabartarak kendi bildiklerinden harman yapıyorsun. Bir de ön görü ekliyorsunuz. Bu da ışıklar sayesinde oluyor. Efes Tarlası Yaşam Köyü hikayesi böyle başladı. Tohumun satın alınması yasaklanması üzerine bütün her yerde tohum merkezi açıldı. Atalık tohum dendi ama yerel tohum doğru olandı. Yerel tohuma geri dönmek adına bir şeyler yapıldı. İlk proje olarak bu yaşam köyünden başlamamızın bir sebebi vardı. Ön gördüğümüz bir durum vardı. Evet, tohum merkezi her yerde var ama felsefesi olması gerekiyordu. Yaklaşan iklim krizi vardı, temiz olmayan toprak varı, temiz olmayan su vardı ve insanların iyi beslenmesi gerekiyor. Pandemi ön görümüzde değildi ama anladık ki gıda en önemli değer. Kendi kentimde de sağlık emekçileriyle, belediye başkanı olmadan önce yaptığım sohbette şunu öğrendim; Efes Selçuk’ta ciddi olarak kanser vakalarının çoğaldığını, temiz olmayan sebeplerle yapıldığını, ticari kaygılarla başka noktaya gittiğini öğrendim. Bu felsefe dahilinde istihdam anlamında aile tarımı ve kendi sağlığımız için koşullar önem arz ediyordu. Efes Tarlası Yaşam Köyü hikayesi gıda güvenliğini ve tarımı nasıl öğreneceğiz diye, tarım için kurduk. Tarım ilkel zamanlarda başlamış bir kavram ama turizm çok yeni bir kavram olmakla beraber Efes Selçuk iki esasa dayanıyor; tarım ve turizm. Turizm değişiyor evrimleşiyor. O yüzden bizim yeni esaslar yapmamız gerekiyordu. Söylediklerinizden feyz alıyorum” diye konuştu.