Tarım ve gıda alanının deneyimli uzmanları ve temsilcileri,
endüstriyel tarımın farklı yönlerini Murat Büyükyılmaz’a anlattı.
Türkiye'de tarım ve gıda alanında, gıda enflasyonu, tarımsal
üretimin girdi maliyetlerinin artışı, çiftçilerin kazancının erimesi ve çiftçi
borçluluğunun artışı gibi pek çok başlıkta derinleşen sorunlar artık bir gıda
krizine sürüklendiğimizin açık kanıtları niteliğinde.
Tarım ve gıda alanındaki sorunlar sadece endüstriyel
tarımdan kaynaklanmıyor olsa da alanın başat dinamiklerinin ve eğilimlerinin
temelinde endüstriyel tarım sistemi yatıyor.
Gıda krizinin kendisini gösterdiği pek çok biçim olsa da,
anlaşılabilmesi ve açıklanabilmesi için temelinde yatan endüstriyel tarımın
farklı yönleriyle, tarihsel bir perspektiften ortaya konması gerekiyor.
Tarım ve gıda alanının deneyimli uzmanları ve temsilcileri,
endüstriyel tarımın farklı yönlerini Independent Türkçe'ye anlattı.
Türkiye'de endüstriyel tarımı ortaya çıkaran dinamikler ve
gelişmeler neydi?
Endüstriyel tarımın Türkiye'deki tarım ekonomisini ve genel
ekonomiyi nasıl etkiledi?
Endüstriyel tarım, beslenme alışkanlıklarını ve diyetleri
nasıl etkiledi?
Endüstriyel tarım, bir gıda krizine mi sebep oluyor?
Endüstriyel tarım, Türkiye için sürdürülebilir bir sistem
mi?
Endüstriyel tarımın, gıda krizinin farklı yüzleri üzerideki
etkilerini Dr. Necdet Oral, Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Öğretim eski Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, TMMOB ZMO İzmir
Şubesi YK Üyesi Dr. Zerrin Çelik ve doğa ile uyumlu ekolojik beslenme alanında
çalışan diyetisyen Dicle Dilan Salman ile konuştuk.
"Endüstriyel
tarım yüksek verimi ve daha çok kârı amaçlıyor"
1940'lı yıllarda Meksika'da başlayan ve 1960'larda
yaygınlaşan Yeşil Devrim ile birlikte tarımsal üretim biçiminin farklı bir
evreye girdiğini belirten Dr. Necdet Oral, doğayla barışık geleneksel tarım
tekniklerinin yerini giderek daha yüksek verimi ve daha çok kârı amaçlayan
endüstriyel (entansif) tarımın aldığını ifade etti.
Söz konusu süreçle birlikte yetiştirildikleri yörelere
adapte olmuş yerel tohumlar yerine çiftçileri her yıl yeniden tohum satın
almaya mahkum edecek şirket tohumlarının yaygınlaştığını vurgulayan Oral,
"Bu tohumlar hastalık ve zararlılarına karşı pestisitlere, verimi artırmak
için kimyasal gübrelere ihtiyaç duymaktadır. Endüstriyel tarım bir yandan
çiftçileri girdi kullanımına bağımlı hale getirirken, öte yandan bu girdileri
üreten çokuluslu şirketlere geniş pazar olanakları yaratmıştır. Hükümetler
girdi kullanımını teşvik etmek için bedava tohum, gübre ve pestisit dağıtımı
yapmışlardır. Ancak verim artışıyla elde edilen gelir, girdi kullanımıyla
tüketilmiştir" şeklinde konuştu.
"Şirketler
tarafından üretilen tohumluklar, toprak tuzluluğunu artırıyor"
Sadece üretimi artırmaya odaklanan endüstriyel tarımda
verimliliğin temel olarak yoğun kimyasal kullanımına bağlı olduğunu hatırlatan
Oral, "Ancak kimyasallar çevreyi kirletmekte, ekolojik dengeyi bozmakta,
tarımın doğal ekosistemlerle bağlantısını koparmakta ve insanların sağlığını
tehdit etmektedir. Endüstriyel tarımla tohum, pestisit ve kimyasal gübre
alanındaki yoğunlaşma ve tekelleşme biyolojik çeşitliliğin hiçe sayılarak tep
tip ürün yetiştirilmesine yol açmaktadır. Öte yandan büyük ölçekli tarım
alanları açmak için ormanlar yok edilmekte, şirketler tarafından üretilen
tohumluklar yoğun sulama gerektirdiğinden toprak tuzluluğu artmaktadır"
dedi.
"Endüstrinin
tarıma her müdahalesi, tarımın ekosistemle bağlantısını koparıyor"
Endüstriyel tarımın ortaya çıkardığı sorunların daha iyi
anlaşılabilmesinin, tarımın ortaya çıkışından günümüze tarımsal üretim
mantığındaki değişime bakmakla mümkün olduğunu belirten Ali Bülent Erdem ise,
"İnsanlık, tarım toplulukları olarak yaşadığı binlerce yıl boyunca
sürdürdükleri tarımsal yöntemlerin ve ekolojik sistemlerle olan ilişkisinin
bozulması endüstrinin tarıma müdahalesi ile başlamıştır. Endüstrinin tarıma her
müdahalesi tarımın doğal döngüsünü bozduğu gibi ekosistemlerle olan
bağlantısını kopartmıştır. Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliği
birbirinden ayrılarak, hayvanlar dar alana sıkıştırılarak otlakları, çayırları,
meraları görmeden yaşatılmıştır. Güneşten besin enerjisi elde etme faaliyeti
olan tarımsal üretim petrolden besin enerjisi elde etmeye dönüştürülmüştür.
Biyoçeşitlilik azalmıştır" şeklinde konuştu.
Çok pahalı bir üretim tarzı olan endüstriyel üretimi küçük
çiftçilerin sürdürebilmesinin mümkün olmaması sebebiyle çiftçilere destek
sağlayacak kurumların oluşturulduğunu, ithal ikameci bir model uygulandığı için
tarımsal ürünler gümrük duvarlarıyla korunduğu ifade eden Erdem, böylece
endüstriyel tarım özendirilerek uygulanması ve yaygınlaştırılmasının sağlandığı
belirtti.
"Küçük çiftçiler
endüstriyel tarım tarzıyla üretemez duruma düşürüldü"
1980 yılından itibaren neoliberal politikaların uygulanmaya
başlanmasıyla birlikte küçük çiftçileri destekleyen kurumların dağıtıldığını,
şirketleşmenin önünü açacak tarım politikaların uygulandığını vurgulayan Erdem,
"1999 ve 2001 yıllarında IMF ve Dünya Bankası marifetiyle 'Tarımda Yeniden
Yapılandırma' ve 'Tarımda Dönüşüm Programı' uygulanmaya başlamıştır. Girdi
sübvansiyonları düşürülmüş, taban fiyat uygulamalarından vaz geçilmiş, tarımda
KİT'ler özelleştirilmiş, TSKB'ler devre dışı bırakılmış, tarımsal kredi
faizleri yükseltilmiş, tarımsal sulama paralı hale getirilmiştir. Bütün bu
uygulamaların sonucunda küçük çiftçiler üretemez, daha doğrusu endüstriyel
tarım tarzıyla üretemez duruma düşürülmüştür" dedi.
"Küçük
çiftçiliğin üretebilmeleri bağımsız olabilmeleri ile mümkündür"
Endüstriyel tarımın dayatıldığı ve giderek yaygınlaştığı
bütün bu süreçte, küçük çiftçilerin ve köylülerin önce kendi tercihlerinden
uzaklaştırıldığını, sonrasında ise kendi tercihleri yani kendi geleneksel
üretim tarzları unutturularak, üretebilmenin tek yolunun endüstriyel üretim
tarzı olduğuna inandırıldıklarını ifade eden Erdem, sözlerini şöyle
sonlandırdı:
Geçmişte krizler karşısında en dayanıklı, en dirençli
olabilen tarımsal üretim, endüstriyel tarımın girdilere bağımlılığı,
hastalıklar ve iklim değişikliğine karşı son derece dayanıksızlığı nedeniyle
yaşanan krizin en çok hissedildiği alan haline gelmiştir. Çiftçiler küresel
iklim değişikliğinin sonucu daha sıkça karşılaşılan don, dolu ve kuraklık gibi
doğal afetler, pandemiye ek olarak girdi fiyatlarının yükselmesiyle ve hasat
dönemlerinde ürün fiyatlarının ithalatla
baskılanması sonucu üretemez duruma gelmiştir.
Tüketiciler ise gıda enflasyonu nedeniyle gıdaya erişmekte zorluk çekmektedir. Küçük
çiftçiliğin ve köylülerin ayakta kalıp, yeniden üretebilmeleri bağımsız
olabilmeleri ile mümkündür. Kendilerinde var olan potansiyelleri harekete
geçirmek yerel tohumlarla, doğayla birlikte üretmek küçük çiftçiler ve köylüler
için çözüm olduğu gibi, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşabilmesinin de yoludur. Dünyanın
küçük çiftçilerinin ve köylülerinin eylem ve pratikleriyle ifade ettikleri de
budur.
Türkiye'nin tüm tarımsal girdilerin ya hammaddelerini ya da
kendilerini büyük ölçüde ithal ettiğini belirten Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya da, bu durumun Türk
lirasının değerinin düşmesine paralel olarak hem dış ödemeler açığını daha da
artırdığını hem de tarımsal girdilerin fiyatlarını yükselttiğini belirtti.
"Tarımsal girdiler,
dış ödemeler dengesizliğine yol açıyor"
Artan maliyetler üreticilerin ekim alanlarını azaltmalarına
yol açtığını söyleyen Özkaya, "Bu ise tarım ürünlerinin ithaline yol
açıyor. Küreselleşme ile dayatılan tarım ürünleri gümrük vergilerinin düşürülmüş
olması bu ithalatı daha da arttırıyor. Yetersiz üretim ithal ürünlerin daha
ucuza ülkeye girişini kolaylaştırmak için tekrar gümrük vergilerinin düşürülmesi
yolunu pekiştiriyor" dedi.
Endüstriyel tarım girdilerini üreten şirketlerin ve ürünleri
işleyen ve pazarlayan şirketlerin uygulanan endüstriyel tarım sisteminden ve bu
sistemi destekleyen tarım politikalarından yararlandıklarını kaydeden Özkaya,
"Monokültürleşme (çiftçilerin az sayıda ürün üretiminde yoğunlaşması) bir
yandan hayvan gübresi, ekolojik dengeye dayanan bitki koruma yöntemleri, merada
otlamaya dayanan hayvancılık gibi girdi ve sistemleri dışlar ve şirket
girdilerine pazar açarken, diğer yandan ürünlerin yerel pazarlamasını imkânsız
hale getirerek aracıları güçlendiriyor. Hayvancılıkta da meralar yok edilerek
ve yozlaştırılarak yem üretiminde mısır ve soya gibi hammaddelerin ithaline
dayanan bir sistemi destekliyor. Bu tarım sistemi bir yandan çiftçiyi
yoksullaştırırken, diğer yandan tüketicinin de ürünlere yüksek fiyatlar
ödemesine yol açıyor. Tarımsal girdiler, onları üretmek için gerekli
hammaddeler ve tarım ürünleri ithali dış ödemeler dengesizliğine yol
açıyor" şeklinde konuştu.
"Endüstriyel
tarımın ortaya çıkardığı hastalıklar, ağır bir yük oluşturmaktadır"
Özkaya, sözlerini şöyle tamamladı:
Endüstriyel tarım sistemi istihdamı gereğinden fazla
azaltıyor. Bu da bir refah kaybına yol açıyor.
Endüstriyel tarımın ürünlerin ve çevrenin toksik maddelerle kirlenmesi
sonucu kanser başta olmak üzere ortaya çıkardığı bir dizi hastalıklar, suların
ve çevrenin temizlenmesi için gereken masraflar ise hiç hesaplanmayan ancak çok
yüksek olduğu tahmin edilen ağır bir yük oluşturmaktadır. Agroekoloji bütün bu
sorunların çözümünü sağlayacaktır.
"Gıda temini
konusunun artık daha fazla ekolojik, ekonomik ve siyasal krizlere yol açtığını
görüyoruz"
Yaşamımızı devam ettirebilmemizin ön koşulunun gıdaya
erişebilmek olduğunu hatırlatan TMMOB ZMO İzmir Şubesi yönetim kurulu üyesi Dr.
Zerrin Çelik ise, "Gıdamızı temin edebilmenin ilk aşaması da tarımsal
üretimdir. Tarım hepimizin bildiği gibi ekonomik faaliyet, bir yaşam biçimi ve
medeniyetin ilk durağıdır. Açlığa ve yetersiz beslenmeye son vermek üzere
çıkıldığı söylenen yolun bugün daha fazla açlığa, göçlere ve ölümlere neden
olduğunu biliyoruz. Gıdanın üretim ve tüketiminde yaşanan değişimlerle, gıda
temini konusunun artık daha fazla ekolojik, ekonomik ve siyasal krizlere yol
açtığını görüyoruz" şeklinde konuştu.
"Hacizler ve
çiftçi intiharları tüm gerçekliğiyle yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor, içimizi
acıtıyor"
Yaşanan krizlerin en önemli nedenlerinden birisinin, üretim
ve tüketimimizi şekillendiren kapitalist endüstriyel tarım sisteminin olduğunu
ifade eden Çelik, "Söz konusu üretim modelinin her anlamda kırılgan
olduğunu biliyoruz ve yaşadığımız son gelişmeler sanırım herkesin daha iyi
anlamasını sağladı. Bu kırılganlık en fazla küçük aile işletmelerini
etkilemektedir. Küçük üreticiler de endüstriyel kapitalist üretime eklemlenmeye
çabalamaktadır. Bu üretim ilişkilerinde; tarımsal girdilere ve piyasalara artan
bağımlılık, emek sürecindeki kontrolün kaybedilmesi, sermaye ve teknolojiye
ulaşamama, pazar, fiyat ve dağıtım sorunları, artan borçlanma gibi önemli olumsuzlukları
onlar daha fazla yaşamaktadır. Hacizler ve çiftçi intiharları tüm gerçekliğiyle
yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor, içimizi acıtıyor" ifadelerini kullandı.
"Doğa ve insan
dostu, dayanışmacı uygulamalar, alternatifin çok ötesindedir"
Üretim ve tüketim süreçlerinin doğayla işbirliği halinde
gerçekleştirilmesinin şart olduğunu söyleyen Çelik, "Ancak, doğa ve insan
dostu, dayanışmacı uygulamaları, mevcut endüstriyel tarım ve gıda sistemlerinin
sadece alternatifi olmasına indirgemek hatalı olur. Bu sistemler alternatifin
çok ötesindedir. Birtakım dönüşümleri, duruşları içinde barındırır. Çünkü bu
uygulamalarda yerel bilgi, yerel girdi, yerel pazar, dayanışma ve kolektiflik,
bağımlılıkların azaltılması ön plandadır. Bununla birlikte endüstriyel tarımın
alternatifleri olarak sunulan ve prestijli kurumların da savunuculuğunu
yaptığı, hatta aynı kavramlarla vurgu yaptığı benzer birçok sistemin yine
endüstriyel uygulamalar olduğunu görüyoruz. Bu uygulamalar; büyük yatırımlar ve
paralar gerektiren, az sayıda insan emeğine ihtiyaç duyan, son sistem
teknolojiler yardımıyla yine çok üretip, çok tükettirmekle ilgilidir"
dedi.
İnsanlığın önünde iki farklı uygulama seçeneğinin
bulunduğunu belirten Çelik, "Endüstriyel tarım sistemini uygulayan ve
savunanlar; teknolojiyi, kaynakları hoyratça kullanıp, verimliliği, üretimi
artıralım, maliyetleri emeğin sömürüsü ile azaltalım, ihracat yapalım, tekel
olmak için satın almalar ya da birleşmeler yapalım kısacası her şeye rağmen
büyüyelim derken, başka ve önemli bir kısım da agroekolojiye, biyo çeşitlilik
korumasına, entegre mücadeleye, adil etik ve kısa tedarik zincirine, üretici ve
tüketici, tarım emekçilerinin kooperatifler, sendikalar aracılığıyla
örgütlenmesini geliştirmeye, gıda kayıp ve israfını azaltmaya odaklanıyor"
şeklinde konuştu.
"Büyüme, üretme
ve tüketmeye yönelik bakış açımızı değiştirmeliyiz"
Çelik, sözlerini şöyle sonlandırdı:
Hangi tarafta yer alıp geleceğimizi nasıl
şekillendireceğimiz önemli. İkinci tarafın doğru olduğu gerçeği her geçen gün
daha fazla anlaşılıyor. Krizlere neden olan uygulamaları, modelleri, olumsuz
dışsallıkları göz ardı ederek yalnızca sayısal artışlarla değerlendirdiğimiz
büyüme, üretme ve tüketmeye yönelik bakış açımızı değiştirmeliyiz.
"Beslenme ve
sağlıklı gıdaya erişim en temel insani haklarımızdan birisidir"
Endüstriyel tarımın beslenme alışkanlıklarımıza etkisini
konuşabilmek için öncelikle beslenmenin ne olduğunu açıklamamız gerektiğini
söyleyen Diyetisyen Dicle Dilan Salman, "Beslenme ve sağlıklı gıdaya
erişim en temel insani haklarımızdan birisidir. Beslenmeyi sadece karnımızın
doyması, gerekli enerjiyi almak olarak açıklamak doğru değil. Sağlıklı ve aktif
bir yaşam sürmemiz; yeteri kadar enerji almanın yanında vücudumuz için
gerekli olan karbonhidrat, protein, yağ, vitaminler gibi besin öğelerini almaya
da bağlıdır. Sağlıklı ve aktif bir yaşam sürdürebilmek için de tükettiğimiz
gıdaların bu besin öğelerini içermesi, bizi hasta etmemesi, hastalıklardan
koruması gerekir. Oysa, gıdanın sadece kaloriyle eşdeğer bir meta haline
geldiği, kar odağı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bugün hakim durumdaki
endüstriyel tarımla üretim yapan gıda sistemi, gıdanın hak olması için çok
uygun bir sistem değil. Kar amacına bu kadar odaklanmış bir sistem içerisinde
de halk sağlığından söz etmek, halkın sağlığı için üretim yapmak da haliyle
çok söz konusu gözükmüyor" şeklinde konuştu.
"Dünya çapında
720 ile 811 milyon insanın açlıkla karşı karşıya"
Endüstriyel tarımın özellikle "yeşil devrim" diye
adlandırılan ve 1940 sonrası dönemde insanlığı doyurabilmek için tek çözüm
yolu vaadiyle tabaklarımıza yerleşmeye başlayan bir üretim modeli olduğunu
belirten Salman, "Ancak Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme 2021 Raporu,
açlığın arttığını, dünya çapında 720 ile 811 milyon insanın açlıkla karşı
karşıya olduğu; dünyadaki yaklaşık üç milyar insanın, en ucuz sağlıklı
beslenmeyi bile karşılayamadığını söylüyor. Bu verilerden hareketle,
endüstriyel gıda sisteminin insanlığı besleyebildiğini, adil bir paylaşım
yapılabildiğini söyleyemeyiz" dedi.
"İnsanlar
besleyici gıdalar yerine; uzun raf ömrüne sahip, ucuz, besin değeri düşük,
yüksek enerjili besinlere yönelmek zorunda kalıyor"
İnsanların üretim sürecinde söz ve bilgi sahibi
olmamasının onları sadece "gıdayı satın alan kişi" haline getirdiğini
vurgulayan Salman, "Şu an geldiğimiz noktada eşitsizliklerin bu kadar
yoğun olduğu bir dönemde; toplumun bir kesimi takıntılı bir şekilde sağlıklı
gıda arayıcısı olurken diğer bir kesim ise sadece karnını doyurabilmek için
azalan gelir ile birlikte taze, besleyici gıdalar yerine; uzun raf ömrüne
sahip, ucuz, besin değeri düşük, yüksek enerjili besinlere yönelmek zorunda
kalıyor" ifadelerini kullandı.
"Endüstriyel
tarımla üretilmiş gıdalarda çok yoğun toksik metal birleşimlerin olduğunu
görüyoruz"
Yerel tohumlarla ve kadim bilgilerle üretilen gıdaların
yerini bugün süpermarketlerden satıl alınan endüstriyel tarım sistemiyle
üretilmiş gıdaların aldığını belirten Salman, "Endüstriyel tarım
sistemine baktığımızda; kimyasal girdilerin yoğun olarak kullanıldığı
(pestisit, suni gübre, hormon gibi), hibrid tohumların kullanıldığı, bölgede
tek bir ürün çeşidinin üretilmesi olarak açıklayabileceğimiz mono kültür
bir üretim modelinden bahsediyoruz. Bu üretim şeklinde birçok kanserojene
maruz kalıyoruz. Endüstriyel tarımla üretilmiş gıdalarda çok yoğun toksik
metal birleşimlerin olduğunu görüyoruz. Bunların da uzun vadede birçok
hastalığa neden olduğunu görüyoruz" dedi.
"Bir diyetisyen
olarak danışanlarıma, endüstriyel gıdanın bize neden iyi gelmediğini anlatmaya
çalışıyorum"
Endüstriyel tarımla üretim yapılan gıda sisteminin, birçok
"normal" olmayan (sağlıksız, sahte, kalitesiz, besleyicilikten
yoksun) durumu "normal" olarak gösterdiğini vurgulayan Salman,
"Kıtalar aşarak gelen gıdaları, içeriğinde katkı maddesinden palm yağına
vücudumuza ve sağlığımıza zarar veren maddeleri içeren gıdaları, her çeşit
sebze-meyvenin yılın her döneminde olabilmesini bize normal kılıyor. Besin
içeriğine değil gıdanın kalorisine odaklanmamız gerekiyor ve yukarıda
belirttiğim durumlar aslında 'normal ve sağlıklı' olan değil. Bunu sıklıkla
kendimize hatırlatmalı, meselenin ana özneleri olduğumuzu görmeli, sağlıklı
gıdayı talep etmeli ve buna dair kolektif olarak çözümler aramaya devam
etmeliyiz. Ben de bir diyetisyen olarak danışanlarıma sağlıklı beslenmeyi
aktarmaya çalışırken, ekolojik olarak üretilmiş olanı tercih etmelerini
sağlamaya, endüstriyel gıdanın bize neden iyi gelmediğini anlatmaya çalışıyorum"
ifadelerini kullandı.
"Toplumun iyi
beslenmesi için kamunun da ekolojik üretim çabalarına destek vermesi
gerekmektedir"
Yanlış ve sağlıksız beslenmenin, eğer gıda zehirlenmesi
değilse, yanlış ilaç kullanımı ya da gazdan zehirlenme gibi anında etki
yaratmadığından dolayı masumane gözüken ancak uzun vadede çok daha fazla
hastalığa yol açtığını söyleyen Salman, sözlerini, "Uzun süre yoğun
pestisitle, kimyasal gübre ile, hibrid tohumla monokültür biçimde üretilen
gıdaları tükettikten sonra, yılların birikimi birçok hastalıkla geri dönüyor.
Bugün yapılan çalışmalar da bize bunu gösteriyor. Birçok endokrin sistemi
hastalığı, nörolojik hastalıklar, kalp hastalıkları, otoimmün hastalıklar,
kanser gibi hastalıkların kaynaklarına baktığımızda toplumun yanlış ve kötü
beslenmesinin çok büyük bir etkisi bulunuyor. Bunu sadece bireysel hatalar
olarak görmek, tek tek insanlara yüklemek doğru değil. Toplumun iyi
beslenmesi, sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi için kamunun da üretimden başlamak
üzere birçok politika geliştirmesi; kontrol süreçlerini sıkı tutması,
denetimler yapması, kontrolü elinden bırakmaması, ekolojik üretim çabalarına
destek vermesi gerekmektedir" şeklinde sonlandırdı.
Gıda krizinin kendisini gösterdiği pek çok biçim ve düzleme
baktığımızda, endüstriyel tarım sisteminden kaynaklanan nedenlere ve etkilere
ulaşıyoruz.
Endüstriyel tarım sistemini araştırdığımız bu dosyamızda, bu
sistemin; çiftçiler, Türkiye'de tarım ekonomisi, genel ekonomi, halk sağlığı,
beslenme ve tarım kapasitesi gibi pek çok alanda ağır tahribata yol açtığı
yönünde farklı alanlardan uzman görüşlerine ulaştık.
Endüstriyel tarımın yarattığı tahribatın ötesinde, nedeni ve
etkeni olduğu gıda krizinin farklı yönleriyle derinleşmesi, doğal olarak
endüstriyel tarım ve gıda sisteminin sorgulanmasına yol açıyor.
Endüstriyel tarım sisteminin sürdürülemez hale gelmesiyle, yerini alacak yeni tarım ve gıda sisteminin gündeme gelmesi ise yaşamın devamlılığı kadar ehemmiyetli ve meşru bir gündemi oluşturuyor.