Emine KULAK / ÖNCÜŞEHİR – Santorini Adası ve civarında 28 Ocak’tan itibaren başlayan sismik hareketler hala devam ediyor. Ege Denizi’nde 10 Şubat itibariyle 3’ten büyük deprem sayısı 1000’e yaklaştı. Kaydedilen en büyük deprem 5.2 olarak kayıtlara geçerken AFAD olası acil durumda müdahale etmeleri için çeşitli illerden 70 kişilik takviye ekibini İzmir’de görevlendirdi.Konuyla ilgili Klinik Psikolog Şenel Karaman ise deprem korkusu ve başa çıkma stratejileri hakkında Öncüşehir’e açıklamalarda bulundu. “KAYGI, BİZİ KORUYAN DUYGULARDAN BİR TANESİ”Toplumun deprem için kaygı ve endişe yaşamasının son derece doğal olduğunu belirten Karaman, “Türkiye, dünyada en fazla depremden etkilenen ülkeler arasında olduğu için insanlarımızın kaygı ve endişe yaşamaları son derece doğal. Depremin olacağını biliyoruz ancak ne zaman olacağını bilemiyoruz. Bu belirsizlik özellikle kaygı sorunu olanları daha çok zorluyor. Kaygı, bizi koruyan duygulardan bir tanesi ve son derece gerekli. Bu duygu sayesinde hayatta kalabiliyoruz. Ancak, halledilmemiş geçmiş travmaları olanlar belirsizlik içeren bir durumla karşılaştıklarında daha fazla tepki veriyorlar, günlük hayatlarını sürdürmekte zorlanıyorlar. Dahası, depremi yaşadıklarında kurtulmuş olsalar bile diğerlerine oranla daha fazla psikolojik olarak etkileniyorlar” dedi.
“DEPREMİ BEKLEMENİN HİÇBİR ÖNLEYİCİ YANI YOKTUR”Deprem kaygısının aşırı ve kontrolsüz hale geldiğinde psikolojik bir soruna dönüşebileceğini belirten Karaman, “Ciddi bir kaygı sorunu olmayan bireyler, deprem haberlerinden, olası deprem belirtilerinden etkilenirler ve durumlarını değerlendirirler. ‘Ben nasıl bir binada yaşıyorum? Şu anda almam gereken önlemler nedir?’ diye düşünür ve önlerine bakarlar. Deprem anında zaten beynimiz otomatik olarak devreye giriyor ve hayatta kalmak için en uygun çözümleri bulup uyguluyor. Eğer bir kişi gece gündüz sadece depremi düşünüyor, her an deprem olacakmış gibi yaşıyor ise orada bir sorun var. Bu depremle ilgiliymiş gibi gelse bile konu deprem değil psikolojik bir sorundur. Sürekli kaygı ürettiği için çevrelerindeki insanlarda konuşmalarını genellikle ciddiye almazlar. Bu sürekli kaygı yaratan kişiyi, ‘gerçeği görmüyorlar, göstermem gerekir’ diye daha fazla deprem olacağına ilişkin kanıtlar üretmesine, anlatmasına yol açar. Farkında olmadan zaman içinde kaygıları, korkuları ile yalnızlaşmaya başlıyorlar. Burada ince bir çizgi var; deprem olacak mı? Evet, deprem bölgesindeyiz, tarih boyunca depremler olmuş ve olmaya da devam edecek. ‘Ben ne kadar güvenli bir binada yaşıyorum?’ bu sorunun cevabına göre hareket etmek gerekir. Depremi beklemenin hiçbir önleyici yanı yoktur. Kaygı sorunu olan bireyler depremin tehlikesine odaklanırlar ve onun dehşeti ile ilgili kafalarında dolaşan senaryolarla meşguldürler. Diğer bireyler ise varsa alınabilecek önlemler ile ilgilenirler” diye konuştu. “İNSAN BEDENİ TEHLİKEYE KARŞI ÇOK ÖZEL BİR DONANIMA SAHİPTİR”Depremle ilgili haberlerin korku ve kaygıyı nasıl etkilediği yönünde bilgi veren Karaman, “Eğer haber başlığı veya içeriğinde felaketleştirme varsa bireylerde, ‘her an deprem olacak ve felaket yaşayacağım’ düşüncesine yol açabilir. Korku ve kaygı düzeyi zaten normalden yüksek olan bireylerin geçmiş travmalarını tetikleyebilir, bu da daha fazla duygusal, bilişsel ve fizyolojik tepkiler vermesine neden olur. Hatta bu kişiler normalde önemsenmeyecek ya da fark edilmeyecek küçük sarsıntıları bile algılamaya başlarlar. Depremle ilgili haberlerle aşırı ilgilenmeye başlayabilirler ve tehlike içerikli yayınları, komplo teorilerini takip edebilirler. Alınabilecek önlemler olduğuna ilişkin normal insanda var olan kontrol hissini yitirebilirler. İnsan bedeni tehlikeye karşı çok özel bir donanıma sahiptir. Tehlike anında, hızlı nefes alma, kalp atışında hızlanma, kaslarda gerginlik, sindirim sisteminin bloke olması gibi tepkileri hayatta kalmak için gelişmiş muhteşem bir mekanizmamız var. Ancak tehlike yok ama olacakmış gibi bir beklentiye ya da belirsizliğe girmek bu tepkilerin bedende oluşmasına yol açar bunlarda bireye çok zarar verir” diye konuştu.“İNSANLARIN YOĞUN BULUNDUĞU YERLERDE TATBİKATLAR YAPILMALI”Deprem kaygısı ile baş etmek için alınabilecek önlemlerden bahseden Karaman, “İşyerleri, okullar, kurumlar gibi insanların yoğun bulunduğu yerlerde deprem anında neler yapılacağı, nerede toplanılacağı ve ilk ne yapılacak gibi konuları içeren tatbikatlar yapılmalı. Deprem anında birey en optimum davranışı sergiliyor. Ancak kişinin kendi kendine telkini panik olurum ise panik oluyor. O nedenle ‘bu mekanda şunlar yapılır’ gibi bilgilendirmeleri içeren etkinlikler hayat kurtarabilir. Toplumun şeffaflığa ihtiyacı var. Olası deprem bölgesinin risk haritası, alınan önlemler, vatandaşlara önerilerin olduğu bilgiler net biçimde paylaşılmalı. Bu bilgiler insanların önceden kendi hayatları ile ilgili önlem almalarını sağlar. Psikososyal destek birimleri oluşturulmalı, deprem olsun yada olmasın bu ekipler önceden eğitilmeli, felaket sonrası kim ne zaman nereye gidecek planlanmalı” dedi.
“FELAKET SONRASI ÖFKE, SİYASETÇİLERE VE KAMU YÖNETİCİLERİNE YÖNELEBİLİR”Siyasetçilere ve kamu yöneticilerine uyarılarda bulunan Karaman, “Bilim insanları, yardım kuruluşları, destek oluşumları dışında siyasetçiler ve kamu yöneticilerinin açıklamaları, duruma ilişkin yaklaşımları toplum açısından çok önemlidir. Siyasetçiler ve kamu yöneticileri deprem felaketi sonrası en fazla tepkiye maruz kalan insanlardır. Felaket sonrası doğal olarak ortaya çıkan öfke, siyasetçilere ve kamu yöneticilerine yönelebilir. Bu nedenle bu pozisyonda bulunan kişilerin, şeffaf ve gerçekçi açıklama yapmaları, kentsel dönüşüm gibi projeleri hem önemsemeleri hem de hızlandırmaları, deprem öncesi ve sonrası psikolojik tepkiler konusunda bilgilenmeleri çok önemlidir. Kamu yöneticileri güvenin tekrar kurulmasında ya da gecikmesinde doğrudan etkileri olduğunu bilmeleri çok önemlidir” diyerek sözlerini tamamladı.

