Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki
heyetin Rusya ziyaretinde Üst Düzey İşbirliği Konseyi'nin (ÜDİK) sekizinci
toplantısını gerçekleştirdiklerini anımsatan Çelik, toplantının zamanlamasına
işaret etti.
Çelik, "Özellikle son zamanlarda Orta Doğu'da ortaya
çıkan gelişmeler söz konusu olduğunda Başkan Trump'ın İsrail'i cesaretlendiren
ve pervasızlığa sürükleyen Kudüs, Golan Tepeleri gibi kararları, dün
bahsettiğimiz Netanyahu'nun tekrar Batı Şeria'yı ilhak edeceğini seçimden sonra
bu eylemi gerçekleştireceğini söyleyen pervasız ve son derece ürkütücü
açıklamaları çerçevesinde Orta Doğu'daki gelişmelerin tamamına baktığımızda
önümüzdeki dönemde Suriye konusu daha merkezi bir rol alacak." diye
konuştu.
Libya'daki gelişmelerin de bu bakımdan çok önemli olduğunu
anlatan Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ziyaretinin seçimden sonraki ilk
yurt dışı ziyareti olduğunu hatırlattı.
Suriye'deki gelişmelerle ilgili Türkiye'nin güvenlik
kaygılarının Rusya ile paylaşılmış olması, PKK ve DEAŞ konusundaki görüşlerinin,
yaklaşımlarının ele alınmış olması ve Suriye'deki genel durumun ifade edilmesi
bakımından karşılıklı görüşmenin önemli olduğuna işaret eden Çelik, Türkiye'nin
terör örgütleri arasında ayrım gözetmeyen ve terör örgütlerinin tamamına
ilkesel yaklaşan bir politikası olduğunu anımsattı.
Çelik, "Maalesef müttefiklerimizin terör örgütlerine
geçmişte yaptıkları çok önemli vahim hataları tekrarlayarak destek vermeyi
sürdürdüklerini görüyoruz. Biz güvenli bölgeden bahsederken bunun egemen bir
devlet olarak Türkiye'nin, bölge halklarının yararına olacak, müttefiklerimizin
yararına olacak bir güvenli bölgeden bahsediyoruz ama maalesef karşımızdakiler
bu güvenli bölgeyi ister SDG adı altında olsun, ister başka adlar altında olsun
o Suriye'nin kuzeyinde terör devletçiği oluşturmak isteyen PYD/YPG odaklı
birtakım terör organizasyonlarının güvenli olarak yaşayacağı bölge olarak
algılayabiliyorlar." dedi.
Bunun temel bir kırılma olduğunu belirten Çelik, burada
uluslararası hukuk ve meşruiyet açısından Türkiye'nin tezlerini dillendirmeye
devam edeceğini vurguladı.
Türkiye ve Rusya arasında 2019 yılının karşılıklı olarak
"Kültür Yılı" ilan edildiğini anlatan Çelik, Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin'in Türk iş dünyasının Rusya'da yapacağı yatırımlarla ilgili
bürokratik engellerin aşılmasına yönelik açıklamalarının da gelecek dönemde
Türk iş dünyası açısından Rusya'daki faaliyetlerin daha kolaylaşacağı yönünde
bir söz olarak okunabileceğini bildirdi.
Yerel seçimler
İstanbul'da seçim sonrasında yaşanan tartışmaları anımsatan
Çelik, "Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü konuştu, amatör bir bakışla bile
değerlendirildiğinde bunun bir bakıma bir şekilde bir iş bölümü halinde
kamuoyunu sistematik olarak yanıltmaya dönük bir faaliyet olduğunu görüyoruz.
Daha geçtiğimiz günlerde CHP Sözcüsü Yüksek Seçim Kurulunu tehdit ederken, biz
bu tehdidin yanlışlığını anlatmak için 'kürsülere hesap makinesiyle
çıkacağınıza anayasayla çıkın' dememize rağmen bundan ders alınmadığı
görülüyor." diye konuştu.
Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün CHP'nin İstanbul adayı maalesef çok vahim bir işe
imza atarak medya gruplarının sahibi olan aileleri soyadlarını zikrederek
tehdit etmiştir. Şimdi bu kadar vahim bir işe nasıl imza atılıyor? Daha bir gün
öncesinde bu CHP adayı 'ailelerinizin kıymetini bilin, ailelerinize sarılın,
siyasi ihtiraslardan uzak durun' gibisinden açıklamalar yapıyordu, bugün ise
insanların soyadlarını, aile isimlerini vererek bu insanları tehdit ediyor.
Böyle bir basiretsizliğin hiçbir zaman unutulması mümkün değil. Bu insanların
büyükleri var, çoluk çocukları var, eşleri, akrabaları var, aynı soyadını
taşıyan çok geniş bir kesim var. Bu şekilde bir hedef gösterme basiretsizce ve
şuursuzca doğrudan aile kavramını hedef alan, siyasetçilerin hiç girmemesi
gereken temel konulardan birinin ihlali anlamına geliyor."
Ailelerin soyadını vererek tehdit edip, hedef gösterildiğine
değinen Çelik, şöyle devam etti:
"Son derece şaşırtıcı, basiretsiz, şuursuz bir
yaklaşım. CHP'nin İstanbul adayının bir şeye karar vermesi lazım. Bu retorik
şeklinde söylediği sevgi saygı cümlelerinin arkasında mıdır, yoksa bunun altına
gizlenmiş bu şekilde tehditkar, bu derece insanların soyadlarını, ailelerini,
çocuklarını, eşlerini, akrabalarını hedef gösterecek şekilde vahşi bir
yaklaşıma mı sahiptir ya da bunlar içi içe midir? Buna bir karar vermesi lazım.
Doğrusunu söylemek gerekirse bunu son derece vahim bulduğumuzu ifade ediyorum.
Yanlışlıkla yapılacak bir işe benzemiyor ama yanlışlıkla yapılacaksa bu
çiğlikten geri dönülmesi ve netice itibarıyla bu ailelerden özür dilenmesi
gerektiğinin altını çiziyorum. Özür dilenmesi çok önemli."
Medyanın eleştirilebileceğini, bu eleştirilerin gündeme
getirilebileceğini, tehdit edilmediği sürece her türlü eleştirinin hak olduğunu
belirten Çelik, "Çıkıp söyleyecek söz bulamayıp netice itibarıyla 'ben şu
konuda haklıyım, bu konuda haklıyım, o zaman şu haksız cürümlere imza atmak
hakkım vardır' gibisinden bir yaklaşım ortaya koyarsanız bu son derece vahim
bulunur ve maalesef 'henüz herhangi bir resmi unvana sahip olmadan bunları
yapıyorsanız yarın bir gün bir resmi unvanınız olsaydı acaba neler yapardınız'
gibisinden bir soruyu kafalara yerleştirmiş olur. Aileleri soyadlarını vererek
bütün o soyadını taşıyan insanları hedef gösterecek şekilde bir açıklamada
bulunmanız doğrusu ahlaken büyük bir sorundur. Siyaseten sorun olduğu ortadadır
ama ahlaken daha büyük bir sorundur." dedi.
Mekanizmaların olağan bir şekilde işlediğini ve karar
verildikten sonra siyasetçiler olarak kendilerinin hukukun verdiği kararı
saygıyla karşıladıklarını anlatan Çelik, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Mansur Yavaş'ın mazbatasını aldığını anımsattı.
AK Parti Genel Sekreteri Fatih Şahin'in, Yavaş'ı tebrik
ettiğini, eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna'nın da devir
teslim törenine katıldığını aktaran Çelik, "Ankara seçimiyle ilgili de
aynı şeyler söyleniyordu, işte 'Burayı teslim etmezler, teslim etmemek için
başka şeyler yapacaklar' gibisinden dışarıda üretilmiş kara propagandanın
içeriye tercümesi şeklinde pek çok söylem üretiyorlardı. Ama ne oldu hep
beraber gördük. Hukuk kararını verdi, aday mazbatasını aldı, Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanı sıfatını kazandı, kazandıktan sonra arkadaşlarımız partimiz
adına tebrik ettiler." dedi.
Her şeyin olağan bir şekilde olduğunun görüldüğünü bildiren
Çelik, "Her zaman söylediğim gibi memleketin sahibi millettir, hiçbir
grup, hizip, parti değildir. Demokrasinin sahibi millettir, ne derse o olur.
Biz de bunu başımızın üstünde bir emanet gibi taşırız." diye konuştu.
Çelik, "Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayı, bugün
belediye başkanlığı mazbatasını alan, her gün Anıtkabir'e gitme imkanı varken
İstanbul adayı gibi sahip olmadığı bir unvanı kullanarak herhangi bir şekilde
Anıtkabir ziyareti yapmadı, Atatürk'ün aziz hatırasını istismar etmedi,
Anıtkabir defterini siyasi hırsları bakımından suistimal etmedi. Ne oldu?
Mazbatasını aldıktan sonra bu ziyareti gerçekleştirdi ve resmi unvanını oraya
yazdı." diye konuştu.
Bununla ilgili herhangi bir eleştiri olmadığını ve bunun
gayet doğal bir durum olduğunu kaydeden Çelik, "Demek ki mesele devlet adabına,
usullere, Anıtkabir'le ilgili protokol kurallarına, aziz Atatürk'ün aziz
hatırasına saygı temelindeki davranış biçimlerine uyulmasıyla ilgilidir. Ama
hala bunu maalesef bu yaptığı yanlış işten dolayı da herhangi bir özür
içerisine girmemiştir Cumhuriyet Halk Partisi'nin İstanbul adayı."
ifadelerini kullandı.
"Sistematik olarak bu kadar CHP skandalının art arda
geldiği bir dönem çok az görülmüştür." ifadelerini kullanan Çelik, şunları
söyledi:
"Bugün karşımızdaki ittifakın bileşenlerini oluşturan genel
başkanlar bir basın toplantısı gerçekleştirdiler. Sayın Cumhurbaşkanımızın
demokratlığını sorgulayan, Sayın Cumhurbaşkanımıza dışarıda üretilen birtakım
söylemleri ve etiketleri yapıştırmaya çalışan bir üslup kullandılar. Biz tabi
bunların dışarıda söylenmesine çok alışığız fakat Türkiye'deki bu son seçimde
ikinci olarak çıkmış ittifakın bileşenlerini oluşturan genel başkanların
yaptığı basın toplantısında kullandıkları söylemlerin ve argümanların Sisi'nin
Mısır'daki diktatörün resmi yayın organı olan El Ahram Gazetesi'nde
Cumhurbaşkanımızla ve partimizle ilgili kullanılan argümanlardan hiçbir farkı
yok.
Normalde buna şaşırmamız lazımdı, 'Bu nasıl olabiliyor,
Türkiye'nin içerisindeki siyaset yapan partilerin genel başkanları bu ülkenin
Cumhurbaşkanı hakkında, bu ülkenin meşru bir partisi hakkında nasıl böyle
konuşabilirler' diye ama maalesef şaşırmıyoruz artık. Çünkü biz Türkiye'ye
karşı dışarıda en büyük husumet odaklarının ortaya koyduğu argümanların
Cumhurbaşkanımıza dönük olarak ortaya koydukları bu iftiraların ve bu
sorgulamaların anında tercüme edilerek içeride başta Cumhuriyet Halk Partisi
olmak üzere onun müttefikleri tarafından dile getirilmesine alışkınız."
Türkiye'nin kurumlarına, Cumhurbaşkanlığı makamına,
Türkiye'yi yöneten kurumların üyelerine karşı saygı göstermenin herkesin ortak
değeri olması gerektiğine işaret eden Çelik, şu görüşlerini paylaştı:
"Eğer bu şekilde birtakım yanlış etiketlemeler,
birtakım dışarıda üretilmiş propagandaların tercümesi yoluyla sorgulamalara
girilirse bunu herkes yapmaya başlar ve bundan emin olun zararlı çıkacak olan
ne Cumhurbaşkanımızdır ne AK Parti'dir. Vatandaş bunu görür ve aslında herkes
tarihine, geçmişteki sözlerine baktığında aslında bugün eleştirdiği şeylere ne
kadar çok imza attığını da bir şekilde bununla yüzleşmek durumunda kalacağını
da tespit etmiş olur. Dolayısıyla Türkiye'ye karşı, Türkiye'nin demokrasisine,
Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na karşı dışarıdaki kara propaganda odaklarının
kullandığı üslubu, dili ve sorgulamayı Türkiye'deki bazı partilerin genel
başkanlarından duymamız büyük bir üzüntü kaynağıdır. Bu onların sorgulaması
gereken, onların dikkat etmesi gereken ve bu konuda da çeki düzen verilmesi
gereken bir durumdur. Eleştireceksiniz, siyaset yapıyorsunuz, siyasetin temeli
bu diyalektiğe dayanır. Ama bunu bırakıp da başka bir aşamaya taşımaya
başladığınız andan itibaren meşruiyet sorgulamasına girdiğiniz andan itibaren
meşruiyet sorgulaması herkesin üzerinde yükseldiği temel zemini yok etmeye
başlar."
İstanbul Barosu'nun açıklaması
Çelik, İstanbul Barosu tarafından 31 Mart seçimlerine
ilişkin yapılan açıklamayı "vahim" bir açıklama olarak değerlendirdi.
Çelik, İstanbul Barosunun, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) organı
olmadığını belirterek, Baronun, yargı denetiminde yürüyen bir sürecin
sonuçlanmasını beklemeden tutum almasını eleştirdi.
Cumhuriyet Halk Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan
Adayı Ekrem İmamoğlu'nun son birkaç gündür kullandığı argümanların aynısının
İstanbul Barosu tarafından kullanıldığını ifade eden Çelik, şöyle konuştu:
"Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi adayının konuşma
metinlerindeki eleştirileri, İstanbul Barosu'nda bu açıklamayı yapanlar mı
yazıyor, yoksa onlar mı Cumhuriyet Halk Partisinin adayından kopya çekiyor? Bu
da son derece şaşırtıcı bir benzerliktir. İstanbul Barosunun, kendisini Yüksek
Seçim Kurulu yerine koyması, adeta marjinal parti gibi davranması, kendi
üyelerinin iradelerine ipotek koymuş bir tutum sergilemesi, doğrusunu söylemek
gerekirse son derece vahimdir. Bu kurum kendisinin parti olmadığını, kendisinin
hukuk kurumu olduğunu bir kere daha hatırlamalıdır. İstanbul Barosunun
üyelerini tek bir siyasi sürece angaje etmek gibi antidemokratik bir tutumu, o
üyelerin de değerlendirmesi gereken bir durumdur."
"Vatandaşımızın talimatları doğrultusunda siyaset
yapmayı erdem kabul ediyoruz"
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, Adalet Bakanı Abdulhamit
Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile ilgili "Ellerinizi oy
sandıklarından, oy torbalarından çekin." diye açıklama yapıldığını
anımsatan Çelik, "Temel bir vahim yanlış var. O da şu, Yüksek Seçim Kurulu
gözetiminde yürütülen süreçleri, Adalet Bakanımız ve İçişleri Bakanımız
yürütüyormuş gibi bir yaklaşım sergiliyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, bu süreci Yüksek Seçim
Kurulunun yürüttüğüne CHP tarafından bir türlü alışılamadığını belirterek,
şöyle devam etti:
"Bunu bir türlü öğrenemediler. Adalet Bakanımız ve
İçişleri Bakanımız ile ilgili konularda eleştiri getirdikleri konular,
bakanlıkların görev alanında değil, Yüksek Seçim Kurulunun görev alanındadır.
Ayrıca eğer birilerinin ellerinin oy torbasında olup olmadığını merak ediyorlarsa,
Twitter'a oy çuvallarının üzerine saygısız bir biçimde uzanarak, oy
çuvallarının üzerinde fotoğraf veren ve bu fotoğrafı Twitter'a koyan kendi
milletvekillerini sorgulamalarında büyük bir fayda vardır. Önce bu saygıyı
kendileri gösterecekler, ondan sonra temeli olmayan bir takım yaklaşımlarla
herhangi bir siyasetçiyi suçlamayacaklar. Bugün Ankara seçimlerinde de ortaya
çıktığı gibi itirazlar sonuçlanıyor. Gayet doğal bir şekilde... Gayet olağan
bir şekilde devir teslim gerçekleşti. Karşılıklı olarak teşekkürler edildi,
mazbata teslim edildi, diğer prosedürler yerine getirildi. Süreç bu şekilde
devam ediyor."
"Vatandaşımızın talimatları doğrultusunda siyaset
yapmayı erdem kabul ediyoruz"
Herhangi bir olağanüstü durum olmadığını baştan beri söylediğini
vurgulayan Çelik, memleketin sahibinin vatandaşlar olduğunun altını çizdi.
Çelik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahibinin millet,
demokrasin sahibinin de vatandaşlar olduğuna ve vatandaşların iradesinin
üstünde herhangi bir irade olmadığına dikkati çekti.
Vatandaş siyasetçiye hangi talimatı veriyorsa siyasetçinin
buna uymakla mükellef olduğunu belirten Çelik, şunları kaydetti:
"Demokrasinin temel prensibi budur. Biz vatandaşımızın
talimatları doğrultusunda siyaset yapmayı bir erdem kabul ediyoruz. İradesi
nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin başımızın üstünde bir emanet gibi taşıyacağız.
Hukuki meşruiyet ve sayısal meşruiyet birleştiği zaman siyasal meşruiyet,
demokratik meşruiyet ortaya çıkar ve hepimizin üzerinde varolduğu zemin de
budur. Bu zemin kalktığı andan itibaren hiçbirimiz varolamayız, hiçbirimiz bir
yetki sahibi olamayız. Her türlü meşruiyetin kaynağı budur ve bütün siyasetçiler
bu meşruiyetle ancak görev yaparlar. Bu meşruiyet yoksa siyasetçinin bir
yetkisi de yoktur. Siyasetçinin patronu millettir, vatandaştır. Siyasi
süreçlerin patronu da böyledir.
Dolayısıyla bu sandıklara sahip çıkan, bu itiraz süreçleri
çerçevesinde oylara sahip çıkan vatandaşımızın iradesi bir oy bile heba olmadan
tam olarak belirginleşsin diye görev yapan bütün siyasi partilerin
tabanlarındaki vatandaşlarımız, gençler, kadınlar, erkekler demokrasimize sahip
çıkarak, ülkemize sahip çıkmanın önemli bir vatanseverlik örneğini
gösteriyorlar. O yüzden lütfen hiç kimse, bu bahsettiğim siyasilerin kem
sözlerine aldanıp da bir diğerine kem söz söylemesin. Lütfen kimse bir diğerine
kem gözle bakmasın. Hepimiz kardeşiz, partnerlerimiz farklı olabilir ama hepimizin
soyadı Türkiye Cumhuriyeti."
Ömer Çelik, demokrasinin milletin ve devletin gücü olduğunu
hatırlatarak, "Kurumları tehdit eden, insanları tehdit eden siyaset diline
herhangi bir şekilde pirim vermeye gerek yok. Hepimiz topyekün vatandaşımızın
iradesine saygılıyız. Bu hukuki süreçler de sonuçlanacak. Türkiye'nin her
tarafında bugün Ankara'da görüldüğü gibi gayet sağlıklı, gayet olağan bir geçiş
süreci yaşandı. Kazanırsak biz aynı şekilde davranacağız itiraz ettiğimiz
yerlerde. Eğer herhangi bir şekilde rakip adaylar kazandığında da bunlar gayet
olağan bir şekilde karşılanacak. Milletimiz bize bu emri vermiştir, başımızın
üstünde yeri vardır diyeceğiz. Türkiye, dirayetle yönetilmeye, basiretle
yönetilmeye devam edecek." diye konuştu.
Önemli olanın, karşılıklı olarak bütün partilerin tabanlarındaki vatandaşlarla birlikte nezaketi koruması olduğuna dikkati çeken Çelik, "Biz, sadece birbirine vatandaşlık bağıyla bağlı bir millet değiliz. Arada büyük bir duygudaşlık ve aynı zamanda da geçmişten gelen geleceğe yürüyen büyük bir kaderdaşlık var. Duygudaşlıkla, kaderdaşlıkla, vatandaşlıkla birbirimize bağlıyız. Bu tehditler, bu yanlışlar bir kenara itilecek ve geleceğe hep beraber ilerlemeye devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.