Didar DEMİRCİ - Kadına yönelik şiddet denildiğinde;
aklımıza ilk olarak fiziksel şiddet geldiğini belirten Kul, ancak kadına
yönelik şiddetin kadınların hayatlarının her anında bir şekilde var olduğunu
savundu. Avukat Kul, “Kadına yönelik şiddet kavramını; fiziksel şiddet,
psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, cinsel şiddet olarak geniş bir çatı altında
değerlendirmeliyiz. Her ne kadar medyaya
ve adli yargıya yansıyan vakalarda çoğunlukla fiziksel şiddet karşımıza çıksa
da kadınlarımız sistematik olarak bütün şiddet türleri ile mücadele etmekteler.
Ne acı ki; bu sistematik şiddetlerin en ağır sonucu da kadın cinayetleri olarak
karşımıza çıkıyor” dedi.
ŞİDDET NORMALLEŞTİRİLMEMELİ
Kadına yönelik şiddeti 3 ayrı temel başlık altında özetleyen
Avukat İpek Kul, “Şiddetin bu şekilde normalleştirilmemesi için önleyici
tedbirler almak ve farkındalık yaratmak, kadına yönelik şiddetle mücadele
kapsamında hayati önem arz ediyor” diyerek öncelikle şiddetin
normalleştirilmesinin önüne geçilmesini istedi.
Kul, şu ifadeleri kullandı:
“Kadınlara yönelik şiddetin psikolojik kısmı; genel olarak
kadınların hayatta varoluş biçimlerine karşı yapılan sözlü saldırılardır
diyebiliriz. Örneğin toplumsal cinsiyet rollerine uymak istemeyen, belli bir
kesimin kendi ahlak anlayışlarına göre direttiği kuralları benimsemeyen
kadınlar bir şekilde toplumun birçok kesimi tarafından psikolojik şiddete
uğruyorlar. Hatta bu psikolojik şiddet çoğu zaman sözlü tacize kadar varıyor.
Ekonomik şiddet boyutu ise kadınların iş hayatında erkekler kadar yer bulamaması,
bazı meslek gruplarının yalnızca erkeklere özgülenmesi veya çalışmayan
kadınların kendine bakmakla yükümlü bireylerin tanıdığı sınırlar içerisinde
harcama yapma özgürlüğüne(!) sahip olmasıdır. Bu da ekonomik şiddette neden
oluyor.
Cinsel şiddet ise; kadınların vücut dokunulmazlığına karşı yapılan
cinsel saikli saldırılardır. Ülkemizde evlilik içi tecavüz kavramı dahi söz
konusudur. Kadınların cinsel
özgürlükleri, yalnızca onlara tanınan çerçevede olmalı gibi bir algı var. Hatta
çok daha ötesi kadınların cinsel obje gibi görülmesi partnerinin her türlü
isteğine cevap vermekle yükümlü oldukları gibi bir algıyı doğuruyor. Bütün bu
şiddet türleri birbirleri ile iç içe geçmiş de diyebiliriz. Ancak çoğu şiddeti
bahsettiğim gibi toplumsal cinsiyet rolleri, ahlak, gelenek ve görenek
kavramları içinde eritiyoruz. Şiddetin bu şekilde normalleştirilmemesi için
önleyici tedbirler almak ve farkındalık yaratmak, kadına yönelik şiddetle
mücadele kapsamında hayati önem arz ediyor.”
“DİZ DÖVEREK BERTARAF EDEMEYİZ”
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için devletin aldığı
koruyucu ve önleyici tedbirleri Avukat İpek Kul, şu şekilde değerlendirdi:
“Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 11 Mayıs 2011
tarihinde İstanbul'da imzaya açılan “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi
Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” uluslararası hukukta,
kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk
Sözleşme niteliği taşıyor. İstanbul’da imzalanmış olmasından dolayı İstanbul
Sözleşmesi olarak da bilinen bu sözleşme kadın hakları ve kadına yönelik şiddet
bakımından can kurtarıcı bir niteliğe sahiptir.
Bu sözleşme aynı zamanda taraf olduğumuz CEDAW’ın (Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcığın Kaldırılması Sözleşmesi) temelinde yer alan kadına yönelik
ayrımcılık unsuru ile mücadeleyi destekleyecek niteliktedir. Taraf olduğumuz bu
sözleşmelerin gereği olarak Türkiye gerekli koruyucu ve önleyici tedbirleri
almakla yükümlüdür. Bu sosyal ve hukuk devletinin kaçınılmaz bir gereğidir.
Bir çoğumuzun tanıdık olduğu 6284 sayılı Kanun’da her ne
kadar Ailenin Korunmasına Dair Kanun Kadına Yönelik Şiddetin önlenmesi olan ve
taraf olduğumuz CEDAW ve İstanbul Sözleşmesinin ulusal hukukta ki sonucu olsa
da üzülerek söylüyorum ki; kanunun isminden de anlaşılacağı üzere kadın kavramı
yine aile kavramı içinde eritilmiş durumdadır. Öncelikli amacımız, toplumda
kadınların eşit bireyler olarak var olmasını sağlamak ve kadına yönelik
ayrımcılığın bir insan hakları sorunu olduğu bilinciyle ayrımcılığı ve şiddeti
önlemek olmalıdır.
Kadına Yönelik Şiddet ile mücadelede en önemli rol devlete
düşmektedir. Zira tüm kamu kurum ve kuruluşlarında görev alan herkesin söylem
ve davranışları ile şiddeti meşrulaştırmaması, topluma örnek olunması ve
farkındalık sağlanması açısından büyük önem arz etmektedir. Öte yandan yargıda
kadına yönelik şiddet vakalarında verilen kararların toplum vicdanını tatmin
etmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra şiddet uygulayanın rehabilitesi, sivil toplum
örgütleri ile yapılan iş birlikleri gibi uygulamalar arttırılmalıdır. Kadına
yönelik şiddet vakalarını diz döverek değil, toplumsal cinsiyet eğitiminin
içinde yer aldığı bir sistemle bertaraf edebiliriz.”
TÜRKİYE SINIFTA KALIYOR
Kadına yönelik şiddete müdahale ve bu konuda mücadele
etmekte ülke olarak sınıfta kaldığımızı üzülerek dile getiren Avukat Kul, cezai
yaptırımların oldukça yeterli olmasına karşı, kanunların uygulanması aşamasında
iyi hal, haksız tahrik gibi indirimlerle faillerin cezasının indirildiğini
belirtti.
Ayrıca Kul, devletin kadın cinayetleri konusunda politik bir
tavır içinde oluşunu şu şekilde açıkladı: “6284 sayılı kanun kapsamında verilen
koruma tedbirlerine rağmen kolluk kuvvetleri şiddet uygulayana karşı çoğu zaman
koruyucu tavırlar sergiliyor. Canavarca hisle işlenmiş veya tasarlayarak
işlenmiş kadın cinayetlerinde dahi suç vasfı yalnızca insan öldürme olarak
nitelendirilip cezanın üst sınırı indirilip bu ceza üzerinden de indirime
gidiliyor. Son olarak; Emine Bulut cinayetinde dahi failin suçu tasarlayarak
işlediği kanısına varılmadı. Kadınların öldürülmesini kabul edebiliyoruz ama Emine Bulut'un boğazını kesmek üzere bıçakla olay yerine gelen failin, cinayeti tasarladığına
bir türlü ikna olmuyoruz. Bireysel
silahlanma konusunda ciddi önemler almak zorundayız ancak ne yazık ki; bu
konuda önlemler alınması yerine dizilerde bile sürekli kadına şiddet sahneleri
ve silah kullanımlarını görüyoruz. İşte bu nokta da ve geçmişten günümüze gelen
bazı yaşanmışlıklar da bize gösteriyor ki; devlet kadın cinayetlerine karşı
politik bir tavır içerisindedir. Bu bağlamda kadın cinayetleri ve kadına
yönelik şiddet politiktir diyebiliriz.”
‘ÖRGÜTLÜ MÜCADELE’ DAVETİ
Kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda örgütlü mücadele
ve farkındalığın çok önemli olduğuna vurgu yapan Avukat Kul, “Kadınlarımızı bu
konuda mücadeleye çağırıyorum. Mağduru yalnızlaştıran, gerekli koruma tedbirlerini
almayan, İstanbul Sözleşmesini uygulamayan kamu kurum ve kuruluşları;
kararların toplum tarafından denetlendiğinin farkında olduğunda toplumsal
vicdanı tatmin edecek kararlar çıkacaktır ve bu farkındalık aynı zamanda
önleyici bir tedbir niteliği görecektir” diyerek sözlerini tamamladı.