Küresel ısınmanın boyutlarını açıklayarak mevcut varlıkların
ve doğal güzelliklerin korunmasının önemine vurgu yapan CHP İzmir Milletvekili
Kani Beko, Karaburun Yarımadası’nın iktidar tarafından ranta teslim edildiğini
söyledi. Beko, Meclis Araştırması’nın bölgenin kurtuluşu için yapılması
gerektiğini ifade ederek şu gerekçeleri sıraladı:
“Dünyamızda 138 yılın en sıcak 20 yılı 1997 sonrasında, en
sıcak 10 yılı ise 2005 sonrasında yaşanmıştır. Kıtasal buzulların yer aldığı
Antartika her yıl 120 milyar ton, Grönland ise her yıl 280 milyar ton kütle
kaybetmektedir. İklim krizi her geçen gün derinleşirken fosil yakıt kaynaklı
atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu da her geçen gün artarak 410 ppm’i aşmış
durumdadır. 350 ppm’den sonra küresel ısınmanın geri döndürülemeyeceği bilim
insanlarınca defalarca ifade edilmesine rağmen bugüne kadar dünya ölçeğinde
etki doğurucu adımlar atılmamıştır. Eğer dünya bu hızla ısınmaya devam ederse
1,5 ºC sınırının 2035’te, 2 ºC sınırının da 2065’te aşılacağı tahmin
edilmektedir. Küresel sıcaklık artışının 2˚C’ye ulaşması halinde ise,
Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası’nda daha sıcak, daha kurak ve
yağışlar açısından öngörülebilir olmayan bir iklim yapısına sahip olacağının
altı çizilmektedir. Ancak Türkiye’nin 2030 yılını hedefleyen son derece
yetersiz ve etkisiz emisyon azaltım taahhüdü ve uzun vadeli olmayan adımları bu
konudaki endişeleri arttırmaktadır.
RANT POLİTİKALARI
DOĞAYI GERİ DÖNÜLEMEZ BİÇİMDE YOK EDİYOR
Türkiye’nin arzu edildiği gibi, fosil yakıt kaynaklı enerji
üretim sistemlerini azaltmaya ve zaman içerisinde tamamıyla ortadan kaldırmaya
yönelik bütüncül bir politika izlemediği görülmektedir. Bu nedenle de, iktidar
tarafından ortaya konan yenilenebilir enerji üretim politikaları bütüncüllükten
uzak ve proje bazlı somut uygulamalarla sınırlı kalmaktadır. Bu durum ise büyük
ölçekli insan ve doğa hakkı ihlallerine, iklim krizi ile mücadele yerine krizi
derinleştirici etkilere yol açmaktadır. Ranta dayalı çevre politikaları
ormanları, biyolojik çeşitliliği ve eko-sistemi geri dönülemez biçimde yok
etmektedir.
2019 yılında T.C. Cumhurbaşkanlığı kararıyla ilan edilen
İzmir İli Karaburun – Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde de bu
endişeleri haklı çıkaracak biçimde uygulamalar artarak hayata geçirilmektedir.
Karaburun Yarımadası, öncelikle korunması ve yaşatılması gereken bir ülke ve
dünya mirasıdır. Tarım, hayvancılık, sürdürülebilir balıkçılık ve doğa ile
barışık turizm olanaklarıyla bir ekonomik değerdir.
Fakat bugün; Karaburun’da RES türbinleri 484 km2’lik
yarımada üzerinde 430 km2’lik bir alana yayılmış, yani yarımadanın %89’luk
bölümü RES projelerine tahsis edilmiş durumdadır. Toplam türbin sayısı şimdilik
140’dır. Ancak ÖÇKA ilanına rağmen yeni projeler için sürekli izinler
verilmektedir. Bölgedeki RES firmaları kiraladıkları alanlarda ve hazine
arazilerinin kamulaştırılması adımlarıyla Rüzgar Enerji Santraline Yardımcı
Kaynak adı altında Güneş Enerji Santrali Birleşik Yenilenebilir Elektrik Üretim
Tesisleri için ÇED süreçlerini başlatmışlardır. Bu, Karaburun Yarımadası doğal
yaşamı ve ekolojisi için yıkım demektir.
BALIKÇILIĞA DA BÜYÜK
DARBE!
Yanı sıra da bölgede faaliyet gösteren GES ve Balık
Çiftlikleri projeleri de doğal yaşam üzerindeki olumsuz baskıyı arttırmaktadır.
Müracaatları yapılmış JES izinleri de beklemededir.
Ege bölgesinde kıyısal yapılaşmadan korunmuş en uzun kıyı
alanlarından biri olan Karaburun Yarımadası,
Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından koruma altına alınan
12 canlı türünden biri olan Akdeniz Foklarının (Monachus monachus) üreme ve
yaşam alanıdır. Akdeniz Foku, ülkemizin de taraf olduğu, BARSELONA - Akdeniz’in
Kirlenmesine Karşı Korunması Sözleşmesi Eki Cenova Deklarasyonu; BERN -
Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi; CITES -
Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Uluslararası
Ticaretine İlişkin Sözleşmeler’le korunmaktadır. Ülke bazında ise; 1380 Sayılı
Su Ürünleri Kanunu ve 3167 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile koruma altına
alınmıştır (Çevre ve Orman Bakanlığı, 2007-c). Balık çiftlikleri denizde
kapladıkları alanlar, neden oldukları deniz kirliliği ve kıyı/deniz alanı
faaliyetleri ile Akdeniz Foku’nu ve yaşam alanlarını tehdit eden ana unsurlar
arasındadır.
Karaburun Yarımadası denizleri, besin zincirinin birinci
halkasında yer alan önemli bir oksijen kaynağı olan Deniz Çayırlarını
(Posidonia oceanica) barındırmaktadır (Deniz Çayırları, (Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması
Sözleşmesi kapsamında imzalanan Akdeniz'de Özel Koruma Alanları Ve Biyolojik
Çeşitliliğe İlişkin Protokol’ün eki “Tehlikeye Düşmüş veya Tehdit Altındaki
Türler Listesi”inde yer almaktadır).
Akdeniz'in oksijen stoklarını sağlayan, 1m²’de 10-14 litre oksijen
üreten Deniz Çayırları yavru balıkların gelişimini tamamladığı yerler olarak
önemlidir. Dolayısıyla, özellikle kıyı
balıkçılığı açısından yaşamsal öneme sahiptir.
Deniz çayırları ve içinde barınan türler, balık
çiftliklerinin yarattığı aşırı kirlilik ve oksijensiz kalan ortam nedeniyle
ciddi zarar görmekte ve yok olmaktadır.
Balık Çiftlikleri uluslararası sözleşmelerle koruma altında olan deniz
çayırlarını ciddi boyutta tahrip ettiği gibi denizel biyoçeşitliliğe zarar
vermektedir.
TAHRİBATIN BOYUTLARI
ORTAYA ÇIKARILMALI
Bölgede bulunan Balık çiftlikleri ise; Antibiyotik ve
parazit ilaçları, yem artıkları, ölü balıklar ve kesilen kısımları, mazot,
sintine suyu gibi atıkları, kıyılarda konumlanan destek birimleriyle, mavi
bayraklı plajlara ve bakir koylara sahip olan Karaburun Yarımadasında denizi ve
kıyıları kirleterek, görsel kirlilik
yaratarak eko ve agro turizm proje ve uygulamalarına ve tarımsal faaliyetlere
zarar vermektedir.
2019 yılında ilan edilen Karaburun – Ildırı Körfezi Özel
Çevre Koruma Bölgesi sürecinde bölgede karasal ve denizel biyoçeşitlilik
araştırma çalışmaları devam ederken alanda yeni yatırımlar önerilmektedir.
Yarımada’nın ekolojik karakterini önde tutacak ve yatırımları bütüncül
değerlendirecek Karaburun – Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin karakteristik
özelliklerine ve değerli ekolojisine yönelik üst ölçekli koruma planları
yapılmadan proje önerileri değerlendirilmemeli ve Özel Çevre Koruma Bölgesi
için yapılacak bu plan çalışmaları beklenmelidir.
Nihayetinde Karaburun Yarımadası, başta Rüzgar Enerji Santralleri (RES) olmak üzere, GES, JES, Taş Ocakları ve Balık Çiftlikleri projeleri sebebiyle ekolojik ve ekonomik kapasitesinin kaldıramayacağı ölçüde bir yıkım ile karşı karşıya kalmış durumdadır. Bu nedenle, ÖÇKA öncesinde faaliyete başlamış olan yatırımlar ve ÖÇKA sonrasında izin verilen ve müracaat aşamasında olan yatırımların da göz önüne alınmasıyla doğal yaşamda ve halk sağlığında bugüne kadar oluşmuş ve oluşması muhtemel sorunların araştırılarak; doğal yaşamda, denizde, ormanlarda, tarım ve mera alanlarında yarattığı ve yaratacağı tahribatın ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu amaçla Anayasa’nın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması yerinde olacaktır.”