Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan:
“Amerika Birleşik Devletleri’nin bu gerçekler ışığında
attığı yanlış adımdan biran önce dönmesini umut ediyoruz”
“Açıklamadaki ifadelere radikal Ermeni çevrelerin ve Türkiye
karşıtı grupların baskısıyla yer verildiğini düşünüyoruz”
“Tarihteki olayların araştırılması ve hakikatlerin ortaya
çıkartılması için bu işin erbabı tarihçilere bırakılmalıdır, siyasetçilere
değil”
“Yıllardır dile getirilen Ermeni iddiaları konusunda ortak
bir tarih komisyonu kurulması teklifine hala bir cevap alamadık. Kendi
arşivlerimizi tamamen bu komisyonun araştırmalarına açma taahhüdünde bulunduk
ama muhataplarımızdan ses çıkmadı”
“Bizim Ermeni toplumu ile hiçbir sorunumuz, sıkıntımız
yoktur. Bin yıldır aynı topraklarda yaşadığımız bu insanların bir kısmı ile
hala barış ve huzur içinde hayatımızı sürdürüyoruz”
“Muhatabımızla iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir
kenara bırakarak artık bundan sonrasına yönelik nasıl adımlar atacağız buna
bakmamız gerekiyor. Aksi takdirde ilişkilerimizin 24 Nisan açıklaması ile
düştüğü yeni seviyenin gerektirdiği pratikleri hayata geçirmeye başlamaktan
başka çaremiz kalmayacaktır”
Soykırım gibi ithamlar siyasetin konusu olamayacak kadar
hassas konulardır. Tarih ilmi bir kenara bırakılarak ülke başkanlarının,
parlamentolarının bu tür konularda ahkam kesmesi işleri içinden çıkılmaz bir
hale getirmekten başka işe yaramaz. Biz tarihe husumet çıkartmak ve yeni
kavgalar üretmek değil, daha güzel bir geleceği inşa ederken ders almak için
bakılması gerektiğine inanıyoruz. Yaşanan tartışmaların Ermeni toplumuna en
küçük bir faydası olmadığı gibi tam tersine bu tür adımlar yeni sıkıntıların
kaynağı haline gelmektedir” dedi.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleştirilen Kabine Toplantısı
sonrası önemli açıklamalarda bulundu. Erdoğan, 24 Nisan’da 1915 olaylarını
“soykırım” olarak tanımlayan ABD Başkanı Joe Biden’a sert tepki gösterdi.
Erdoğan yaptığı açıklamada, “ABD Başkanı Biden’ın 24 Nisan günü yayımladığı bir
mesajda coğrafyamızda bir asırdan daha uzun süre önce yaşanmış acı olaylarla
ilgili mesnetsiz haksız ve hakikatlere aykırı ifadeler kullandı. Hiçbir tarihi
ve hukuki temeli olmayan bu ifadeler milletimizin her ferdi gibi bizi de
ziyadesiyle üzmüştür. Açıklamadaki ifadelere radikal Ermeni çevrelerin ve
Türkiye karşıtı grupların baskısıyla yer verildiğini düşünüyoruz. Ancak bu
durum ortaya çıkan tablonun iki ülke ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkilerini
ortadan kaldırmıyor. Türkiye olarak tarihte yaşanan acıların yarıştırılması
gibi bir anlayışı kesinlikle insani bulmuyoruz ama şayet böyle bir yola
girilecekse bu yarıştan alnı ak vicdanı müsterih çıkacak tek millet ve devletin
biz olduğunu hatırlatırız. Amerika ve Avrupa başta olmak üzere bize soykırım
ithamı yönelten çevrelerin hepsi de böyle bir mukayese sonrasında insan içine
çıkamayacak hale gelecektir” ifadelerini kullandı.
Son 2 asırda en
büyük sivil can kayıpları ve buna bağlı nüfus hareketlerinin Osmanlı
coğrafyasında olduğunu kaydeden Erdoğan, “Osmanlı Balkanlar’dan ve Kafkaslar’a
uzanan topraklarındaki nüfusunun neredeyse yarıya yakınını oluşturan 10 milyon
insanının yarısı ölüm yarısı sürgün acısını yaşamıştır. Bunu biz söylemiyoruz.
Bizzat batılı tarihçiler ifade ediyor. Bu 10 milyon insanla ilgili ne silahlı
bir çete fotoğrafı ne geride bıraktıkları kanlı izler ne utanç verici başka
herhangi bir hikaye göremezsiniz. Ama aynı insanlarla ilgili anıtlara,
lobilere, meclis kararlarına veya haklarının aranması anlamına gelecek bir
faaliyete de rastlamazsınız. Sadece dedelerin torunlarına yürekleri burkularak
gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak anlattıkları acı hatıraları vardır.
Çünkü bu insanlar Türk’tür, Müslüman’dır. Dolayısıyla batılının gözünde
istismara müsait malzeme değildir. Millet olarak bugüne kadar kendi acılarımızı
istismar aracı haline getirmek gibi bir zihniyetle hareket etmedik. Bizim
acılarımızı kalbimize gömüp sadece ileriye bakma erdemimizi sanıyoruz bazıları
yanlış anlıyor. Buna göre bizim de batıda Balkanların kaybından doğu da
uğradığımız işgallerin hesabına güneyimizde bize verilen tutulmayan sözlere
kadar kapsamlı bir muhasebe yapıp ortaya çıkan faturayı da muhataplarımızın
önüne koymamız gerekiyor. Hiç sınırlarımızın dışına çıkmaya bile gerek yok.
Adana’dan Antep ve Maraş’a, İzmir’den Afyon’a, İstanbul’dan Çanakkale’ye,
Kars’tan Artvin’e kadar her şehrimiz kendi kayıplarının peşine düşse bile
yeter. Aynı yaklaşımı tüm mazlum toplumların coğrafyaların da göstermesi
halinde ortaya nasıl bir sonuç çıkabileceğini kim bilebilir. Batının, Ermeni
meselesindeki tutumu ve terör örgütlerine karşı sergiledikleri riyakar tavrın
sonu bu yola çıkıyor. Biz hala en başta söylediğimiz yerdeyiz. Tarihteki
olayların araştırılması ve hakikatlerin ortaya çıkartılması bu işin erbabına
tarihçilere bırakılmalıdır, siyasetçilere değil” dedi.
Yıllardır dile
getirilen Ermeni iddiaları konusunda ortak bir tarih komisyonu kurulması
teklifine hala bir cevap alamadıklarının altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan,
“Kendi arşivlerimizi tamamen bu komisyonun araştırmalarına açma taahhüdünde
bulunduk ama muhataplarımızdan ses çıkmadı. Biz kendimize bu kadar güvenirken
karşı tarafın iddia sahibi olarak gerçeklerin peşinde koşmak yerine meseleyi
ısrarla siyasi zemine taşınması işin aslını göstermeye zaten tek başına
yeterlidir” diye konuştu.
Türkiye ve dünyada
bu konuda hala kafası karışık olanlar için meseleyi özetle anlatan Erdoğan, şu
ifadeleri kullandı:
"Anadolu
ecdadımızın yönetiminde asırlar boyunca farklı kökenden ve inançtan insanın
huzur içinde yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Pek çok toplum gibi Ermeniler de
bu dönemde dini özgürlüklerini kazanmışlar, sosyal statülerini
güçlendirmişlerdir. Tarihimize 93 Harbi diye geçen hadiseye kadar bu barış
iklimi sürmüştür. Osmanlı’nın son döneminde ülkedeki pek çok kesim batılılar
tarafından tahrik edilerek, cesaretlendirilerek, silahlandırılarak bize karşı
ayaklandırılmışlardır. Bugün üzerinde çok sayıda devletin yer aldığı Balkan
toprakları bu şekilde başlatılan asimetrik savaşlarla ülkeden koparılmıştır.
Doğu’da da aynı senaryo Çarlık Rusya’sının da iştiraki ile Ermeniler üzerinden
oynanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na kadar 490 civarında isyan çıkartan Ermeni
çeteler bu dönemde kontrolden çıkarak büyük katliamlara yönelmişlerdir.
Batılıların siyasi ve ekonomik Rusların da askeri desteği ile palazlanan Ermeni
örgütleri, köyleri ve şehirleri basıp önlerine gelen herkesi kadın çocuk
demeden öldürmüşlerdir. Mensuplarının toplamı 150 bin ile 300 bin arasında
ifade edilen bu çeteler topraklarımıza saldıran Rus ordularının saflarında da
aktif olarak bize karşı savaşmışlardır. Van’dan Kars’a, Erzurum’a kadar pek çok
yerde sayıları milyonla ifade edilen tamamı sivil Türk ve Kürt nüfus, Ermeni
çeteler tarafından katledilmişlerdir.”
“Peki, 24 Nisan’da
ne oldu?” diyerek sözlerini sürdüren Erdoğan, “24 Nisan’da insanı trajedi
anlamında hiçbir şey olmamıştır. 24 Nisan 1915 tarihi sadece Osmanlı devletinin
savaş halinde bulunduğu ülkelerle bir olup aleyhine faaliyet yürüten Taşnak,
Hınçak ve Ramgavar gibi örgütleri kapatıp 235 yöneticisini tutukladığı gündür.
Daha ortada ne sevk ve iskan kanunu ne de bunun uygulaması olmadığı için
yaşanan herhangi bir can kaybı da söz konusu değildir. Ülkemizdeki Ermeni
toplumu dünyadaki genel uygulamaya paralel şekilde bu tarihi kendi acılarını
anma günü olarak kabul etmiştir. Biz de gerçekte bu tarihte ne olduğunu
bilmemize rağmen Ermeni toplumunun tercihine saygı duyarak kendilerine bir
süredir acılarını paylaşan mesaj gönderiyoruz. Osmanlı devletinin 24 Nisan’da
yaptığı bu tutuklamaların ardından 27 Mayıs’ta sevk ve iskan kanunu çıkartılmış,
1 Haziran’da da uygulamasına geçilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide
veya tehlikeye değil, bilfiil yürüyen bir isyana ve artarak süren katliamlara
karşı alınmış bir tedbirdir. Bu tarihler Osmanlı devletinin Çanakkale başta
olmak üzere pek çok cephede tarihi bir mücadele yürüttüğü döneme tekabül
ediyor. Genel seferberlik sebebiyle eli silah tutan erkeklerin hemen tamamı
cephede olduğu için geride sadece savunmasız kadınlar, çocuklar, yaşlılar
kalmıştır. Ermeni çeteleri Türk ordusu ile veya şehirlerini koruyan silahlı
Türk milisleri ile çatışmamış, sadece masum ve savunmasız insanları
katletmişlerdir. Van’ın Zeve köyünde yaşayan 2 bin 500 sivilin tamamı tek bir
fert hayatta bırakılmaksızın Ermeni çeteler tarafından şehit edilmişlerdir.
Sadece Muş’ta bir yıl içinde 20 bin vatandaşımız katliama maruz kalmıştır.
Hızlarını alamayan Ermeni çeteciler Trabzon civarındaki Rum ve Hakkari’deki
Musevi Osmanlı vatandaşlarını topluca öldürmekten çekinmemişlerdir. Şayet
ortada tarafların karşılıklı savaşmış olmalarından kaynaklanan bir kayıp olsa
bu da bir yere kadar anlaşılabilir. Ama Ermeni çeteleri sadece Anadolu’da
savunmasız sivil Türkleri ve Kürtleri, Kafkasya tarafında da Çerkezleri
katletmişlerdir. Ermeni çeteciler yaptıkları katliamları ve yüz binlerce insanı
göçe zorladıklarını övünerek anlatmışlardır. Bununla ilgili pek çok belge
arşivlerde mevcuttur. Osmanlı devleti çıkardığı sevk ve iskan kanunuyla bu
katliamları gerçekleştiren çetelerin dayandığı Ermeni nüfusu geçici olarak
başka bölgelere gönderme kararı almıştır. Üstelik bu karar ülkedeki tüm
Ermenileri değil sadece çete saldırılarının yoğun olduğu yerlerdeki Ermeni
nüfusu kapsamaktadır. Sevk ve idare kanunuyla yeri değiştirilen Ermeni nüfusun
sayısı konusunda da pek çok tezvirat ortada dolaşmaktadır. Birinci Dünya Savaşı
öncesi Osmanlı topraklarında Ermeni nüfusun toplamı bir milyon 300 bin olarak
kayıtlarda yer alıyor. Şuanda ben belgeyle konuşuyorum. Sayın Biden gibi
konuşmuyorum. Biden neye dayanarak nasıl konuşuyor bilmiyorum. Bir milyonun üzerinde
şuanda arşivlerimizde belge var. Buyursunlar gelsinler belgeleri incelesinler.
Acaba Amerika’nın arşivlerinde ne kadar bu konuda belge var. Varsa bu belgeleri
açabiliyor mu? Avrupa’da var mı? Varsa açabiliyor mu? Biz hodri meydan diyoruz
ama bugüne kadar bizim bu çağrılarımıza cevap veremediler. Şuanda bu nüfusun
yaklaşık 350 bini savaş döneminde Rus topraklarına geçmiştir. İran’a gidenlerle
birlikte bu rakam 500 bine ulaşmaktadır. Dolayısıyla sevk ve iskana tabi
tutulanların sayısı Amerika’nın kendi raporlarında bile en fazla 600 bin olarak
belirtilmektedir ki gerçek rakam daha da azdır. Osmanlı’nın Ermeni nüfusu yer
değiştirme işlemi sırasında salgın hastalıktan veya güvenlik güçleri ile
çatışırken hayatını kaybedenlerin sayısı ise 150 bini ancak bulmaktadır. Gerçek
rakamların bir sıfır ilave ile abartıldığını bizzat Ermeni tarihçilerin ve
siyasetçilerin kendileri de itiraf ediyor. Yine Ermeni tarihçiler kayıpların
çoğunun cephedeki savaşlarda yaşandığını da belirtirler” açıklamasını yaptı.
Erdoğan, Osmanlı
devletinin Ermeni nüfusu başka bir yere göndermediğini, kendi toprakları içinde
yer değiştirdiğini hatırlatarak, “Bu kanuna tabi kişilere hazırlık için bir
hafta süre verilmiş, mazereti olanlar da sevkten muaf tutulmuşlardır. Sevk
işlemleri sırasında gereken idari tedbirler alınmış, bunun için gereken
tahsisatta yerel birimlere gönderilmiştir. Bu dönemde kimsesiz kalmış olan
Ermeni çocuklara sahip çıkılarak kendileri için yetimhaneler kurulmuştur Sayın
Biden. Mağdur durumda olan Ermeni nüfusa dışardan yardım gönderilmesine de
hiçbir zaman engel çıkartılmamıştır. Ülkemizde pek çok yerde Ermenilerin
katlettiği Türklere ait toplu mezarlar vardır ama hiçbir yerde Ermenilere ait
toplu mezara rastlayamazsınız. Çünkü böyle bir hadise yaşanmamıştır. Savaş
döneminde ülkemiz topraklarında çoğu İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak
üzere 300 bin Ermeni yaşamayı sürdürmüştür. Şuanda İstanbul’da 100 bin Ermeni
yaşamaktadır. Biz bu konularda hiçbir zaman dışlayan olmadık, savaş sonrası
geri dönenlerle bu rakam bir ara 650 bine yaklaşmıştır. Herhalde insanlar
katledildikleri, soykırıma uğratıldıkları bir yere gönüllü olarak geri
dönmezler. İngilizler tarafından 1921 yılında yapılan bir nüfus istatistiğinde
eski Osmanlı coğrafyasındaki toplam Ermeni nüfus 1,2 milyona yakın olarak
belirtilmektedir. Bu rakam savaş öncesi nüfusla ve savaş sırasındaki gerçek
rakamlarla uyumludur. Suriye, Ürdün, Lübnan gibi yerlere gönderilen
Ermenilerden önemli bir kısmı zamanla Amerika kıtasına ve Avrupa’ya göç
etmişlerdir. Ermeni tezlerini destekleyenler o dönemde evlerinden ayrılan
herkesi öldürülmüş gibi göstererek soykırım yalanlarını desteklemeye
çalışmaktadır. Eğer Osmanlı sevk ve iskan kanununu ile iç karışıklık yaşanan
bölgelerdeki Ermeni nüfusu başka yerlere göndermeseydi cephedeki askerlerini
çekmek mecburiyetinde kayacaktı. Mesela
Çanakkale’de veya Kudüs’te savaşan askerlerimizi karışıklık yaşanan bölgeleri
güvenli hale getirmek için oraya göndermemiz gerekecekti. Osmanlı cephede düşmanla
değil sınırları içindeki çetecilerle mücadele ederken savaşı kaybetmiş
olacaktı. Bu tehlikeli süreç bizi ağır bir esaretle yüz yüze bırakarak İstiklal
Harbimizi dahi tehlikeye atacak boyuta ulaşabilirdi. Zaten o günlerde
savaştığımız düşmanların da istediği buydu. Ermenileri bu sinsi senaryoda
acımasızca kullanmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da ölülerini dahi istismar
etmekten çekinmemişlerdir. Halbuki diğer tarafta şöyle bir gerçek vardı. Çok
değil bir asır önce bugün ki Ermenistan devletinin bulunduğu coğrafyadaki
nüfusun yüzde 80’inden fazlası Müslümanlardan oluşuyordu. Oysa bugün aynı
coğrafyada Türk ve Çerkez nüfustan oluşan Müslümanlardan neredeyse kimse kalmamıştır. Yaklaşık 30 yıl önce işgal
edilen dağlık Karabağ ve Azerbaycan şehirlerinde yapılanlar da ortadadır. Sayın
Biden, Minsk Üçlüsü diye bir üçlü oluşturulmuştu. Burada kim vardı. Amerika,
Rusya, Fransa vardı. 30 yıl bu işgalden kurtarmadınız. Oradaki insanları. Ve
Azeri kardeşlerimiz ne yazık ki 1 milyonu aşkın oralardan hicret etmek
durumunda kaldılar. Bütün o yerler, o Karabağ bütün binaları her şeyi maalesef
yakıldı yıkıldı. Eğer soykırım diyorsanız şöyle kendinizi aynaya bakıp bir
değerlendirmeniz lazım. Bütün gerçek ortada. Kızılderilileri zaten söylememe
gerek yok. Onlar her şeyiyle ortada. Bütün bunlar bu gerçekler ortadayken
sizler kalkıp Türk’e Türk milletine soykırım yaftasını yapıştıramazsınız. Bakın
buralarda 10 binlerce sivil insan katledilirken 1.5 milyon Azerbaycanlı
kardeşimiz evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. En başından beri
Ermeni çevrelerin soykırım yalanının üzerine bu derece abanmalarının
sebeplerinden biri de yaklaşık 1,5 asırdır kendi yaptıkları kıyımlardan ve
ihlallerden sorumlu tutulma korkularıdır. Büyük vaatlerle kandırılan
Ermenilerin hem Ruslar hem de Avrupa ve Amerika tarafından aldatılmış olmanın
utancı ve öfkesini bu yalanla örtmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Ermeni yalanını
destekleyen çevrelerde kendi tarihlerindeki utançların üzerini örtme telaşı
içindeler” ifadelerini kullandı.
Amerika Birleşik
Devletleri’nin bu gerçekler ışığında attığı yanlış adımdan biran önce dönmesini
umut ettiklerini vurgulayan Erdoğan, “Soykırım gibi ithamlar siyasetin konusu
olamayacak kadar hassas konulardır. Tarih ilmi bir kenara bırakılarak ülke
başkanlarının parlamentolarının bu tür konularda ahkam kesmesi işleri içinden
çıkılmaz bir hale getirmekten başka işe yaramaz. Biz tarihe husumet çıkartmak
ve yeni kavgalar üretmek değil, daha güzel bir geleceği inşa ederken ders almak
için bakılması gerektiğine inanıyoruz. Yaşanan tartışmaların Ermeni toplumuna
en küçük bir faydası olmadığı gibi tam tersine bu tür adımlar yeni sıkıntıların
kaynağı haline gelmektedir. Bizim Ermeni toplumu ile hiçbir sorunumuz,
sıkıntımız yoktur. Bin yıldır aynı topraklarda yaşadığımız bu insanların bir
kısmı ile hala barış ve huzur içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Her ne şekilde
kurulmuş olursa olsun Ermenistan devleti ile de iyi komşuluk esasına dayalı bir
ilişki tesis etmek istiyoruz. Bunun için son 16 yıldır fedakârlığı hep bizim
yaptığımız adımlar attık. Maalesef bu adımlarımıza samimi bir karşılık
bulamadık. Karabağ meselesinin çözümünün ardından yeniden bir iş birliği
zemininin doğduğuna inanıyoruz. ABD Başkanı’nın 24 Nisan açıklaması hem bu
süreci hem de kendileri ile olan ilişkilerimizi zora sokmanın ötesinde bir
anlama sahip değildir. Onlar tersini söylüyor diye güneş doğmayacak değildir,
onlar aksini iddia ediyor diye hakikat ışığı parlamaktan vazgeçecekte değildir.
Uzun yıllar boyunca Amerika ile güvenilir müttefiklik üzerine kurulu yakın
ilişkilerimiz olmuştur. Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan FETÖ ve PKK/PYD’ye
verilen destek ile uyguladıkları ambargoyla müsebbibi kendileri olan S400 krizi
gibi hadiseler model ortaklı seviyesindeki ilişkilerimize zarar vermiştir. Son
gelişmelerin üzerine adeta tuz biber olan 24 Nisan açıklamasıyla artık
Türk-Amerikan ilişkileri bu seviyesinin de çok gerisine düşmüştür. Biz milli
birlik ve beraberliğimizden, tarihi mirasımızdan, coğrafi avantajlarımızdan,
eşsiz potansiyelimizden aldığımız güçle şartlar ne olursa olsun kendi
hedeflerimize kilitlenerek yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Haklı olduğumuzun gayet
iyi bilindiği konularda bize ısrarla geri adım attırılmaya çalışılmasından
artık yorulduk. Bu şekilde bizi yolumuzdan döndürebileceklerini sananlar
yanıldıklarını anlamış olmalılar. Türkiye olarak tüm samimiyetimizle ABD ile
Avrupa ile de eşit ve adil şartlarda birlikte çalışmak, beraber yol yürümek
istiyoruz. Küresel siyasi ve ekonomik sistemin yeniden şekillenme sürecinde bu
iş birliğinin çok daha önemli ve herkesin faydasına olduğuna inanıyoruz. Tek
isteğimiz ülkemizin haksız, adaletsiz, çifte standartlı, marjinal grupların
etkisiyle alınmış kararlara uygulamalara muamelelere maruz bırakılmamasıdır.
İstiklalini ve istikbalini her şeyin üzerinde tutan bir ülke olarak bu
duruşumuza saygı gösterilmesi halinde herkesle her zeminde konuşmaya,
görüşmeye, anlaşmaya, iş birliğine, birlikte hareket etmeye varız. ABD Başkanı
Biden ile Haziran ayında kararlaştırdığımız görüşmede tüm bu konuları yüz yüze
değerlendirerek yeni bir dönemin kapılarını aralayacağımıza inanıyorum. Biden’a
şunu da hatırlatmak isterim, biz birbirimize yabancı değildik. Aramızda farklı
ilişkiler vardı. Sağ olsun evimize kadar gelip rahatsızlığımızda bizi ziyaret
etme nezaketini de göstermişlerdi. Fakat NATO’nun önemli iki ülkesi olarak
NATO’da iki önemli müttefik olarak nasıl oluyor da NATO ile yakından uzaktan
alakası olmayan bir Ermeni lobisine Türkiye’yi değişiyorsunuz. Muhatabımızla
iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak artık bundan
sonrasına yönelik nasıl adımlar atacağız buna bakmamız gerekiyor. Aksi takdirde
ilişkilerimizin 24 Nisan açıklaması ile düştüğü yeni seviyenin gerektirdiği
pratikleri hayata geçirmeye başlamaktan başka çaremiz kalmayacaktır”
açıklamasında bulundu.