Çiğdem CANPOLAT / ÖNCÜŞEHİR - 6 Şubat günü Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş Depremleri’nin ardından başlatılan ‘İzmir Yardıma Koşuyor’ kampanyası çerçevesinde; İzmir Ticaret Odası (İZTO), Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) ve İzmir Ticaret Borsası (İTB) Şubat ayı Olağan Meclis Toplantısı’nı beraber gerçekleştirdi. İzmir Ticaret Odası Meclis Salonu’nda gerçekleşen ortak toplantıya İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener, EBSO Başkanı Ender Yorgancılar, İTB Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli’nin yanı sıra; CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, Jeolog, Deniz Jeolojisi Uzmanı ve Bilim Akademisi Üyesi Prof. Dr. Naci Görür ile çok sayıda meclis üyesi katılım gösterdi. Depremden iyi dersler çıkarmadıklarını ifade eden Özgener, “30 Ekim 2020 İzmir depremi yapılan tüm uyarılara rağmen yerimizde saydığımızı gösterirken, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının ilk günlerinde anladık ki, maalesef dersleri iyi alamamışız. Ülke olarak en büyük sorunlarımızdan biri uzun vadeli plan yapamamamız. Deprem ve diğer felaketlerle ilgili alınacak önlemler 5-10-20-50 yıllık olmalıydı. Mimari geleneklerimiz, kent kültürümüz, plan ve proje alışkanlıklarımız baştan aşağı değişime uğramalıydı. Bunu yapamadık. Önceliklerimizi yanlış belirledik, başka gündemlerin içinde kaybolduk. Şimdi yine dersler çıkarmak zorunda olduğumuz bir felaketle karşı karşıyayız. Bilim insanlarımızın anlattıklarına göre yeni felaketler de pek uzak değil. İki büyük felaket, doğanın bizlere "Artık dönüşün, yeni acılar yaşamamak için değişin" uyarısı. Bu dönüşümü nasıl gerçekleştireceğimizin sırrı ise bilimde, teknolojide. Bilim, hayatımızın her alanına ışık tuttuğu gibi, bu alanda da her zaman en önemli yol göstericimiz olmalı. Ortaya koyacağımız projeleri verilere dayandırarak aklın ve bilimin liderliğinde oluşturmalıyız” dedi. “43 MİLYON BAĞIŞ TOPLADIK”Deprem sonrası yapılan çalışmalardan bahseden Özgener, “Depremden etkilenen illerimiz için Valiliğimiz ve çatı kuruluşumuz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile koordinasyon halinde hızla harekete geçtik. Acılarımızı paylaşmak ve depremin yarattığı ağır yıkımın etkilerini elimizden geldiğince hafifletmek için biz de İzmir olarak örnek teşkil eden, büyük bir dayanışma anlayışıyla çalışıyoruz. Bu anlayıştan doğan tereddütsüz bir refleksle, İzmir’in tüm kardeş kurum ve kuruluşları olarak depremin olduğu gün sabahı çok hızlı bir organizasyonla bir araya geldik. Odamız, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Borsası, Ege İhracatçı Birlikleri başta olmak üzere 36 kurum koordinasyonunda ve İzmir Valiliği izniyle “İzmir Yardıma Koşuyor” nakdi ve ayni bağış kampanyasını başlattık. Depremden sadece 15 saat sonra başlattığımız “İzmir Yardıma Koşuyor” Kampanyamıza üyelerimiz ve vatandaşlarımızın destekleriyle şu ana kadar 43.422.259 TL bağış topladık. Depremin yaralarını sarmak gayretiyle kardeş kurumlarımızla yaptığımız çalışmaları deprem faaliyet filmimizde izlediniz. Bu noktada müsaadenizle ben depremin ilk anından itibaren 7/24 tüm gayretleriyle yardıma koşan, battaniyeden, temizlik ve hijyen malzemesine, ısıtıcıdan çadıra, konteynıra, gıda ve içecekten kıyafete, lojistik, nakliye ve Sahra hastanesinden, bölgede gönüllü yardım ekipleri oluşturulması dahil her türlü ihtiyacı karşılayarak vakit kaybetmeksizin afet bölgesine ulaştıran değerli üyelerimizin karşılıksız desteğini güçlü bir şekilde hissetmekten büyük bir minnet duyuyoruz. Bu vesileyle kampanyamıza destek olan başta üyelerimiz olmak üzere hayırsever İzmir halkına da içtenlikle teşekkür ediyorum” dedi.
“ÜZÜNTÜ VE KEDERİ BÜYÜK BİR YARDIMLAŞMA HAREKETİNE DÖNÜŞTÜRMEYİ BAŞARDIK”Depremin bir Türkiye gerçeği olduğunu belirten Özgener, “Bugün yaşadığımız üzüntü ve kederi büyük bir yardımlaşma ve yeniden ayağa kalkma hareketine dönüştürmeyi başardık; önümüzdeki süreçte ise insan hayatını önceliklendiren güvenli kentler inşa etmekte başarılı olmaya gayret etmeliyiz. İzmir’i depreme dirençli bir kent olarak hazırlamak için; İzmir Valiliğimiz ve İzmir Büyükşehir Belediyemiz başta olmak üzere kentimizdeki tüm kurum, kuruşların katkısı ve Odamız çatısı altında yer alan inşaat yapım ve onarım, mimar, mühendis, yapı denetim, emlak, sigorta ve ilgili tüm sektörlerimizin bilgi birikimleri ile tecrübelerinin değerlendirilmesiyle önemli projelere imza atabileceğimize inanıyorum. Kurumlarımızda, bu konuyla ilgili Meslek Komitesi temsilcilerimizden oluşan bir “Deprem Çalışma ve Planlama Grubu” kurulmasını öneriyoruz” diye konuştu. “SOMUT ADIMLAR ATILMASINI AYNI HIZDA SAĞLAMALIYIZ”Barınma sorununa değinen Özgener, “Ticaret Bakanlığı ve TOBB, bu felaket için katılımcıların imkânları ölçüsünde yıkılmış ve ağır hasarlı konutların yeniden yapımını sağlamak amacıyla, Türkiye genelinde 365 Oda ve Borsa ile üyeleri ve arzu eden vatandaşlarımızın katılımıyla “Türk İş Dünyası Kalıcı Deprem Konutları Yardım Kampanyası” adı altında bir yardım kampanyası başlattı. Konut inşa etmek, elbette bu süreçte hızla yapılması gereken en önemli işlerin başında geliyor, yanı sıra bölgenin ekonomik dinamiğini harekete geçirecek konularda da somut adımlar atılmasını aynı hızda sağlamalıyız” ifadelerini kullandı.
YORGANCILAR: AHLAK VE VİCDAN İLE USULÜNE UYGUN YAPILAN BİNALARIN...Deprem bölgesinde usule uygun binaların yıkılmadığına dikkat çeken Yorgancılar, “Acının, öfkenin, çaresizliğin ve korkunun hakim olduğu depremde; kurtarmak, yaşatmak, onarmak ve normal hayata dönüş sürecine dikkatlerinizi çekmek isterim. Yıkılan binlerce binaya, afilli ambalajlı satılan rezidanslara rağmen, dimdik ayakta duran yapılar da vardı. Ahlak ve vicdan ile usulüne uygun yapılan binaların nasıl yıkılmadığına şahit olduk. Cam giydirmeli, şehrin ilk akıllı binası AB fonuyla AB mevzuatına göre yapılan Adıyaman’daki tek camı dahi kırılmayan kültür merkezi, TOKİ’nin zemini sağlam yerlere inşa ettiği binalar ve Maraş’ta inşaat mühendisleri Odası dimdik ayakta. Her birinde emeği olanları tebrik ediyorum. Bize lazım olan bu zihniyetteki ve ahlaktaki mühendisler ve müteahhitlerdir. Diğer yandan, üst katı göçen ve farklı illerde binaları zarar gören AFAD gibi binalar da var” dedi.
“ZEMİN GÖRMEZDEN GELİNMİŞ”
Deprem bölgesinde gözlemlediği hataları anlatan Yorgancılar, “Gelelim binlerce cana kasteden hatalar zincirinde yerinde gördüklerim sonucu öne çıkanlar: Zemini görmezden gelme, yıkılan kamu ve belediye binaları, havaalanı, karayolları vs., projede imzası olan, çalışan herkesin sorumluluktan kaçması, imar afları, denetimsizlik, koordinasyonsuzluk, iletişim sorunu, kritik binalarda sismik izolasyon vb. Koruyucu önlemlerin olmaması, sfetlere yönelik çadır, konteyner stoksuzluğu, bilim, liyakat, vicdan, ahlak, denetim eksikliği bizlere bunları yaşatmıştır. Bu açıdan Adalet Bakanlığı Deprem Suçları Bürosu çok doğru bir adımdır. Ancak, çok büyük yangın, sel felaketlerinde, depremlerde de görmekteyiz ki, ülkemizde bir Afet Bakanlığına acilen ihtiyaç vardır. Depremzedelerimizin barınma sorunu yaşadığı ve yaşayacağı en az 1-2 yıl yabancılara ev satışının yasaklanmasının da gerekliliğine inanıyorum. Ayrıca, enkaz atıklarının da, alternatif hammaddeye dönüştürülmesi yönünde toplanmasının da altını çizmek isterim” ifadelerini kullandı.
“10 İLİMİZİN ÜLKE EKONOMİSİNİN ORTALAMA YÜZDE 10’UNU KAPSIYOR”
Depremin ekonomiyi de etkilediğini ifade eden Yorgancılar, “Henüz acılar çok taze. Ancak, izlenecek yol ve atılacak adımlar açısından ekonomik büyüklüğün de ortaya konması gerekmektedir. Tablo, çok basit olarak 10 ilimizin ülke ekonomisinde ortalama yüzde 10’luk bir paya sahip olduğunu göstermektedir. Sonradan Elazığ da eklenmiş olsa da, oranları çok etkilemiyor. Bölgenin Türkiye içindeki payına baktığımızda; Nüfusun yüzde 15,7’si, GSYH’nın yüzde 9,3’ü, faal OSB’nin yüzde 13,2’si, ihracatın yüzde 8,9’u, vergi gelirlerinin yüzde 5’i, kullandırılan kredilerin yüzde 9’u, tarımın yüzde 14,5’i, kara taşıtlarının yüzde 12’si, çalışan sayısının yüzde 11 bölgedendir. Bu tablo doğrultusunda hazırlanan ön raporlarda da; ekonomik kaybın 80-90 milyar dolar olacağına ilişkin tahminler yer almaktadır. JP Morgan deprem özel raporunda ise depremin fiziki yapılara doğrudan hasar maliyetinin yaklaşık 25 milyar dolar olacağına ve 99 depremindeki ekonomik zarardan daha az bir ekonomik kayba dikkat çekiyor. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ise Türkiye’nin 2023’e yönelik büyüme tahminini yüzde 3,5’den yüzde 3’e düşürdü” şeklinde konuştu.
“ATOM BOMBASINDAN SONRA BİLE JAPONYA EĞİTİME KESİNTİSİZ DEVAM ETTİ”
Eğitimin devam etmesi gerektiğini belirten Yorgancılar, “İnsan canı ve ekonomik kaybın dışında önemli bir husus daha var. Bu kürsülerden eğitimin önemini her boyutuyla kaç kez konuştuk. Ve şimdi deprem oluyor ve ülke genelinde yurtlar kullanılacağı gerekçesiyle üniversiteler online sisteme geçiyor. Atom bombasından ve Tsunamiden sonra bile Japonya eğitime kesintisiz devam etti. İkinci dünya savaşında dahi ülkeler eğitimi kesintisiz sürdürme gayretini gösterdi. Evet depremzedelerimizin barınma ihtiyacı var. Ancak, gençlerimizi ikinci plana atarak yurtların kapanmasını doğru bulmuyoruz. Belediyelerimizin, kamunun, sendikaların konuk evleri, kamp alanları, oteller bu açığı kapayacak kapasitededir. Pandemi döneminde de ülkemiz, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında okulların en fazla kapalı kaldığı ülkeler arasında olmuştur. Türkiye pandemi döneminde 196 gün okullarını kapatırken, Pandemiden en çok etkilenen ülkelerden İtalya 93 gün kapatmıştır. O nedenle, eğitim her şartta devam etmelidir. Bu yanlıştan dönülmelidir” dedi.
“İMAR BARIŞININ TEKRAR UYGULANMASINA MÜSAADE EDİLMEMELİ”
Süreçte, TOBB’a ilettikleri önerilerden bazılarını paylaşan Yorgancılar, “Mecliste teklif olarak sunulan imar barışının tekrar uygulanmasına müsaade edilmemesi, faaliyetleri iptal edilen yapı denetim firmalarının, deprem riski taşıyan illerde onay verdiği inşaatların incelenmesinin sağlanması, yıkılan binalarda sorumluluğu olan herkesin tutuklanması, geçerlilik süresi şubat, mart ve nisanda sona erecek olan kapasite raporlarının süresinin 6 ay uzatılması, vizesi şubat, mart ve nisanda sona erecek olan sanayi sicil belgelerinin süresinin 6 ay uzatılması, yıllık işletme cetveli teslim sürelerinin ağustos sonuna ertelenmesi, şu an aktif olmayan Cazibe Merkezleri Programının söz konusu iller için tekrar açılması, 06 Şubat 2023 tarihinden önce düzenlenen ve bu tarih itibariyle süresi devam eden yatırım teşvik belgelerine ve dahilde işleme izin belgelerine talep edilmesi halinde bir yıla kadar ilave süre verilmesi, KOSGEB’in bölgeye özel destek kredisi açması, hibe programları oluşturması, destek programları projelerinin sürelerinin 6 ay uzatılması, kurumsal kredi taksitleri ve ödemelerinin 6 ay ötelenmesi, dönemsel olarak verilen vergi beyannamelerinin ileri bir tarihe ötelenmesi, diğer illerde zorunlu olmayan 2023-24 yatırım ödeneklerinin 2 yıl süreyle ağırlıklı olarak 10 ilde kullanılması, 10 vilayete yönelik acilen yıllık ve ardından 5 yıllık altyapı ve yatırım destek fonu oluşturulması, vergi, sigorta, enerji yatırım teşvik/destek oranlarının, 5 yıllık süreyle 10 ilde mevcut destek oranlarının 3 katı olarak uygulanması, çalışanların ve üreticilerin vergi ve sigorta yükümlülüklerinin 3 yıl süreyle yüzde 50 indirimli uygulanması, işlerini kaybetmiş çalışanlar ile işletmesini/ürününü tamamen kaybetmiş olanların her türlü vergi, sigorta primi, elektrik, gaz, su vb. borçlarının tamamının silinmesi” şeklinde konuştu.
“ARTIK, ACILARDAN DERS ALMA ZAMANIDIR”
Yorgancılar sözlerini şöyle tamamladı; “İzmir’de bulunan fay hatları ve risklerimiz malumlarınız. İmar Barışı kapsamında değerlendirilmiş olan yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alan illerin başında geliyoruz. Bu da durumun vahametini göstermektedir. O nedenle, Sayın Hocamızın söyleyeceklerini yüreğimiz ağzımızda dinleyeceğiz. İzmir için Tunç Başkanımızın hazırlatmakta olduğu Afet Plan Sunumu da yarın açıklanacak. Merakla bekliyoruz. Artık, acılardan ders alma zamanıdır. Bir kez daha ülkemize büyük geçmiş olsun. Milletimizin başı sağ olsun diyor, birlikte bu acıları da aşacağımıza olan inancımı tekrarlamak istiyorum.”
KESTELLİ: BİLİM İNSANLARIMIZIN UYARILARINI YETERİNCE DİKKATE ALMADIĞIMIZ İÇİN…
Olağanüstü günlerden geçildiğini ifade eden Kestelli, “Bugün; İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası ve İzmir Ticaret Borsası olarak, “deprem” gündemiyle ortak Meclis Toplantısı gerçekleştiriyoruz. Amacımız hem konunun aciliyetini ve önemini vurgulamak hem de bundan sonra atılacak adımları ortak akılla belirlemek. Aramızda çok değerli bir konuğumuz var. Bilim Akademisi Üyesi, Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür. Sayın Görür, yıllardır ve ısrarla son iki depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş’a dikkatleri çekiyor ve bu fay hattı üzerinde 500 yılı aşkın bir süredir stres biriktiğine vurgu yapıyordu. Hatta bu konuda raporlar hazırlamış, yerel yönetimlerin, TÜBİTAK’ın kapısını çalmıştı. Sonuç; 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki şiddetli deprem, tamamen yıkılan 10 bini aşkın bina, oturulamayacak durumda olan 100 bin bina ve tarifsiz bir acıya neden olan 42 binin üzerinde can kaybı. Bilim insanlarımızın uyarılarını yeterince dikkate almadığımız için bu afetin yıkıcı etkisi katlandı” dedi.
“HURAFELERLE DEĞİL AKILLA, BİLİMLE YOL ALABİLMEK GEREKİYOR”
30 Ekim 2020 yılında İzmir’de meydana gelen depremi hatırlatan Kestelli, “Merkez üssü İzmir olmayan ama özellikle Bayraklı’da, uygun olmayan zeminde, gerekli şartlara sahip olmayan binalar nedeniyle 117 can kaybına neden olan o deprem bize bazı şeyleri hatırlatmıştı. “Deprem değil çürük binalar öldürür” cümlesinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha idrak etmiştik. Binaların altındaki iş yerlerini genişletmek adına kesilen kolonların kaç hayata mal olduğunu yaşayarak görmüştük. Anlamak isteyenler için İzmir depremi bir uyarıydı. Ama 11 ilimizde yıkıma neden olan Kahramanmaraş ve ardından gelen Hatay depremleri, uyarının yeterince dikkate alınmadığını da bizlere gösterdi. Bu Meclis toplantımızın temel amacı, yarınlarda benzer ihmaller, benzer sorumsuzluklar ve benzer acılar yaşamamak adına neler yapabileceğimizi konuşmak. Olacağını bildiğimiz ama ne zaman olacağını bilemediğimiz büyük İzmir depremine doğru şekilde hazırlanmak. İş işten geçtikten sonra pişman olmamak. Oda ve Borsalar olarak bu süreçte bizim ne tür sorumluluklar üstlenebileceğimizi belirlemek. Hurafelerle değil akılla, bilimle yol alabilmek” diye konuştu.
“EKONOMİMİZE ETKİSİNİ GÖZ ARDI EDEMEYİZ”
Yaşanılan deprem sonrası birkaç tespitte bulunan Kestelli, “Öncelikle daha depremin olduğu gün harekete geçip “İzmir Yardıma Koşuyor” kampanyasını düzenleyerek en hızlı refleks gösteren kentlerden biri olduk. Bu süreçte ayni yardım malzemeleri ve nakdi bağışlar toplandı; toplanmaya da devam ediyor. Bu kampanyaya destek veren tüm kurumlarımıza, yardımda bulunan kurum, kuruluş, şirket ve hemşerilerimize ve kampanyada çalışan arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Bildiğiniz gibi bu depremlerden en çok etkilenen 11 ilimiz; Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Osmaniye, Elazığ ve Adana. Etkilenen nüfus 14 milyonun üzerinde; yüzölçümü ise yaklaşık 110 bin kilometrekare. Yani pek çok Avrupa ülkesinden daha büyük bir alandan söz ediyoruz. Çok önemli bir tarım bölgesi. Ekonomik açıdan baktığımızda da neredeyse Türkiye ekonomisinin 10’da birini ifade ediyor. Bu yıkıcı deprem fırtınasının zaten uzun bir süredir önemli sorunlarla boğuşan ekonomimize etkisini göz ardı edemeyiz” şeklinde konuştu.
“BÖLGE HALKI TOPRAKLARINI TERK ETMEMELİ”
Bölgenin ihracattaki payını vurgulayan Kestelli, “Bölge, ülkemizin tarım, gıda, içecek ihracatında yüzde 24’lük bir paya sahip. Toplam ihracattan aldığı pay ise yüzde 9. Bölgenin tarımsal üretim bakımından en zengin ve büyük bölgelerimizden biri olması nedeni ile tarımsal üretim ve gıda sanayi üretiminde yaşanacak aksama da ciddi sorunlar yaratabilir. Toplam tarım alanlarımızın yüzde 17’sine sahip olan deprem yaşanan illerimiz tarımsal milli gelirden de yüzde 15 pay alıyor. Pamuğun yüzde 73’ü, narenciyenin yüzde 60’ı, buğdayın yüzde 18’i, mısırın yüzde 32’si, tütünün yüzde 31’i, kuru kayısının hemen hemen tamamı, antep fıstığının yüzde 75’i, zeytinin yüzde 17’si bölgedeki 11 ilimizde üretiliyor. Daha birçok ürünün üretimi açısından da verimli ve zengin bir bölgemiz. Tekstil üretiminde de yüzde 40’ı aşan bir paya sahip. Dolayısıyla tarım, tekstil gibi sektörler için çok acil ve çözüm üreten, kalıcı önlemlere ihtiyaç var. Bu önlemler bölge halkının topraklarını terk etmemesi, ekonomik faaliyetlerin, kısacası yaşamın canlanması açısından da hayati öneme sahip” ifadelerini kullandı.
GÖRÜR: BU STRATEJİ YARA SARMA EDEBİYATIDIR
Göçük altında 60 veya 70 bin kişinin olduğunu söyleyen Görür, “Sizlerle dertleşmek istiyorum. Plan program yapacak zaman da yok. Şu anda 60-70 bin kişi göçük altında. Binlerce insanımız acı çekiyor. Biz neyi konuşabiliriz? Onu doğrusu pek kendim anlayamıyorum. Acaba bütün millet yöneticiler olarak konuşmalı mıyız utanmalıyı mıyız ne yapmalıyız gerçekten bilmiyorum. İçimden geldiğini gibi konuşacağım. Umarım kendimi ifade edebilirim. Bizim ülkemizde depreme karşı bilinmeyen, söylenmeyen, kendi kendimize itiraf edemediğimiz hem halk olarak hem yönetim olarak bir strateji var. O da depremi konuşmamak. “Ay konuşmayın korkuyorum, nereden çıktı şimdi bu konu” diyoruz. Bu strateji malesef bu ülkenin yöneticilerinde de var uzun zamandan beridir. Depremi konuşmayın, hele bir konuşmayın. Olduktan sonra çizmelerimizi çeker sahaya ineriz, “Türk hükümetleri büyüktür, sizi aç susuz bırakmaz, her şeyi yaparız, karnınızı doyururuz, geçici konutlar, sürekli konutlar yapar yara sararız” deniyor. Bu strateji yara sarma edebiyatıdır. Çağ dışı bir stratejidir. İnsanlığa önem vermeyen anlayışın geliştirdiği strateji. “Deprem bizim elimizde değil, ne yapalım” deyip olduktan sonra gücümüzü gösteririz. Halbuki bilgi toplanmalı. Bilimin ışığı altında yürüyen toplumlarda böyle bir strateji yok. Çağdaş dünya bunu nasıl beceriyor. Deprem gelmeden, insanlar ölmeden, afet her tarafı kasıp kavurmadan önce gerekeni yapıyorlar. Yurt dışında bu boyuttaki depremlerde 5-6 kişi ölüyor, o da tesadüfen. Biz de ise utanıyorum söylemeye ama 42 bin vefat gözüküyor ama inşallah yanılırım ama çok daha fazla olacak. Bu insanlarımızı kaybettik. Üstelik de bu deprem geliyorum diye bağıran bir depremdi” dedi.
“ELAZIĞLILAR DEPREM KENTİNDE YAŞADIKLARINI BİLMİYORDU”
Kahramanmaraş’ta deprem yaşanacağını önceden açıkladıklarını ifade eden Görür, “2003 senesinde ben Elazığ’a gittim. Elazığlılar deprem kentinde yaşadıklarını bilmiyordu. Ben o zaman Elazığ’da deprem gelebileceğini çalışmalarla ortaya koydum. Uyarmaya gittim. Önümüzdeki yakın zamanda büyük bir deprem olabilir, kenti depreme hazırlayın demeye başladım. Biz bunu ne yaptıysak anlatamadık. Elazığ depremi geldi vurdu. Bunu görünce o Elazığ depreminden sonra 26 Ocak’ta dediğimi unutmuyorum; “Maraş’a dikkat edin, bundan sonra büyük depremleri orada bekliyoruz.” Biz Maraş depreminin büyüklüğünü bile söylüyorduk. Biz gece gündüz, “Maraş’a deprem geliyor, dikkat” dedik. Bunları derken bir gece kalktık ki Maraş’a deprem geldiğini gördük. Anladık ki pek de bir şey yapılmamış, o söylemlere rağmen. Eğer yapılsaydı Diyarbakır, Adıyaman, Kilis, Hatay böyle olmazdı. Şimdi bir şeyi kabul edelim, elbette ki bir yer darbeyi yerse tabi ki çadır, çorba götüreceksiniz. Başka ne olabilir ki? Konu ne götürdüğümüz, nasıl desteklediğimiz değil, niye bu depremin zararlarını azaltamadık onu konuşalım. Neyi bekliyoruz ya? İstanbul’da depremi söylememize rağmen hazır değil. İstanbul’da bir şeyler yapılmadı demek haksızlık olur ama yeterli yapılmadı. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu hükümet bu strateji düşünceyi değiştirmeye kalktı, “deprem olduktan sonra değil, deprem olmadan önce zarar azaltma sistemine geçmemiz lazım” dedi. Ben bundan çok umutlandım. 2010 yılıydı” şeklinde konuştu.
“DEPREMDEN DAHA GERÇEK NE VAR BU ÜLKEDE?”
Sitemde bulunan Görür, “Arkadaşlar siz neden depremi hiç gündeme almıyorsunuz? Sizin ekonomik sorunlarınızdan, terörden, sanayiden daha mı az önemli? Bana bir parametre söyleyin ki depremin önüne geçsin. Depremden daha gerçek ne var bu ülkede? En temel sorun deprem, hiç değişmez. Her gündüz güneşin doğacağı gibi deprem. Peki biz hiç tartıştık mı depremi? Bu depremden önce ipe sapa gelmez konuları televizyonlarda saatlerce konuşuyoruz ama deprem yok. Biz de o arada cılız sesimizle depremi hatırlatmaya çalışıyoruz. İlla hatırlamak için 70-80 bin inanın mı ölmesi lazımdı. İşten, güçten, hukuktan, iktidardan önünde bir şey yapmak lazım, millet olarak kendi devletimize sahip çıkma zamanı. Artık el koyma zamanı. Sorunlara millet olarak bizim el koyma zamanımızdır. Bunu elbet yapabiliriz. Depremi oluşturan mekanizma bu topraklarda 13 milyon sene önce başladı. 13milyın senden beridir depremler süregeliyor. İnşaların dünya tarihine çıkışı bile bu kadar eski değil. Daha milyonlarca sene devam edecek. Biz de bu depremi durdurarak gücümüz olmamıza göre yapacağımız şey depremin bize vereceği zararları bu günkü çağda bilimin ve teknolojinin gücünü kullanarak azaltmak. Yani bu depremlere yıkılmamak. Minimum zararlarla bu işi atlatmak. Bu yeni yaklaşıma biz risk analizi diyoruz” dedi.
“HALKIN DEPREM KÜLTÜRÜ YOKSA İZMİR’İ DEPREME DİRENÇLİ HALE GETİREMEZSİNİZ”Dirençli kentler yaratmanın öneminden bahseden Görür, “Benim kafam çok berrak. Eminim sizlerde bu dediğimi çok berrak şekilde anlayacaksınız, umarım siyasilere de anlatırsınız. Deprem öncesi dirençli kentlere sahip olmak lazım. Depremde dirençli kentlerde olursa en az zararla atlatırız. Biz aile evine girdiği zaman olası depremde üst katın başlarına çöküp kendilerini ezmeyeceğine emin olursa evinde rahat eder. Kentin bileşenlerini depreme dirençli yapacağız. Bir kent nelerden meydana gelir? Yönetim, halk, alt yapı, yapı stoku, çevre ve ekosistemi, ekonomi. Bu 6 parametre varsa biz oraya kent diyoruz. O halde keti deprem dirençli yapmak demek bu parametreleri deprem dirençli getirmek demektir. Yönetim de biz de demokrasi olan ülkede kenti yönetiminde bir vali atanır bir de belediye başkan seçilir. Bizim ülkemizde ne vali ne de belediye başkanı deprem nedir bilmeyebilir. Depreme müdahale nasıl olur onu da bilmeyebilir. Deprem azaltma sitemini bilmeyen bir yönetimden siz ondan ne bekliyorsunuz? Bu mümkün olmaz. O zaman yönetimi siz kurslarla eğitimle özellikle deprem kentlerini yönetimi yönetmek zorundasınız. Risk ve tehlike analizi nedir, onu bilmeli. Onu bilir ise kentteki ilgili kurum ve kuruluşları koordine edebilir. Biz de böyle bir şey yok. İkinci bileşen; halk. Bir kentin halkı diyelim ki İzmir, halk eğer deprem bilgisi bilinci ve kültürü yoksa, siz İzmir’i depreme dirençli hale getiremezsiniz. Halk eğitim olmadıkça depremde yapması gerekenleri yapmadığı gibi o an ne yapacağını da bilmez. O zaman sütun keser, kaliteli bina yapmaz. İzmir halkının deprem konusunda bilgi beceri ve kültürünün olması lazım. Bu kültür sadece eğitimle olmaz. Anaokulundan başlayarak halk eğitime o kültürü kazandırmak için çalışacaksınız” diye konuştu.
“İZMİR BELEDİYE BAŞKANINA SORUYORUM…”
Alt yapının öneminden bahseden Görür, “Diğeri alt yapı; İzmir Belediye Başkanına soruyorum, alt yapı depreme dayanıklı mı, dirençli mi? Hangi belediye başkanına sorsam bizim her şeyimiz tamam derler. Hatay’da da, Maraş’ta da sorsam bizim her şeyimiz tamam derlerdi. İzmir’de yapıyı yeniden yaparsınız ama İzmir’i ve İzmir’in çevresinde ekosistemi kirletirseniz burada yaşamak mümkün olmaz. Gölleri kirli bir İzmir sizi yaşatmaz. Hastalıkla yok eder. Kirlenen çevre besin zinciri vasıtasıyla salgın hastalık olarak geri döner. Demek ki alt yapı çok önemli. Geldik yapı stokuna. Bizim milletimizin yöneticilerin akılına nedense sadece yapı stoku geliyor. Öyle olunca iş müteahhitlik projesine dönüyor. Müteahhitlere saygım var ama el ovuşturan duruma gelip eften pütfen yapılırsa bu işte yanlışlık var demektir. Kentsel dönüşüm sadece motor gücü olarak müteahhitlere bırakılırsa tane dönüşüm olur. Müteahhitte nerede kar ederse gider dönüşümü orada yapar” dedi.
“EĞER YER ALTISUYUNA KARIŞIRSA…”
Deprem sonrası bertarafın doğru bir şekilde yapılması gerektiği, yapılması büyük bir tehlike arz edeceğini vurgulayan Görür, “çevre ve ekosisteme gelirsek… Gece gündüz 24 saat 30 tonu kamyonlarla taşınasın, 3-5 yılda anca bitirseniz. İnşaat, betonlardan demirlerden ve toksik maddelerden oluşuyor. Çağdaş ülkelerde depremi bekleyip deprem geldiği zaman eli ayağı dolaşmaya ülkelerde hazırlık yapıyorlar. Çünkü deprem kenti olduğunu biliyorlar. Bütün bu atıkları önemli ölçüde geri dönüşüme tabi tutuyorlar. O atıklardan öyle bir para kazanıyorlar ki depremin yaraları sarıyorlar. O atıkları telaşla gömmüyor, bu tür atıkları usulüne uygun bertaraf etmek zorundasınız. Etmesiniz hemen biyokimyasal reaksiyonlar başlıyor. Zehirli toksik maddeler ağır metaller oluşuyor. Yağmur yağıyor ve bunları eritip yer altı suyuna gidiyor. Besin zinciri vasıtasıyla soframıza geliyor, sizde afiyetle yiyorsunuz. Bunun aksini kim diyorsa doğrusunu bilmiyordur. Bunu doğru şekilde bertaraf etmezsiniz. Deprem kentlerinde insanların hayatını kısaltırsınız” ifadelerini kullandı.
“İZMİR’DEKİ FAYLARIN HEPSİ CANLI”
İzmir’deki fayların yoğun ve canlı olduğunu söyleyen Görür, “Genellikle bize soruluyor; “Ülkemizde deprem beklediğiniz yerler nereler?” Bizim yaptığımız deprem tahmini değil, biz falcı değiliz. Falcılık yapan insan çok. Çok çirkin işler oluyor, inşaların can güvenliğiyle bu iş olmaz. Biz Türkiye’nin jeolojik yapısı belirli ölçüde bildiğimiz için nerelerde ne olabiliri ön görüyoruz. Hakkari, Erzincan Bingöl Karlıova’dan kuşkumuz var. Karlıova’yla Bingöl arasında Göynük bölgesinde kuşkumuz var. Bir de İzmir’den kuşkumuz var. Antalya, Muğla arası sahil şeridinden de kuşkumuz var. Bunu dediğimiz zaman. Biz halktan korkuyoruz, dediğimizi öyle bir anlıyor ki “ayy hocam deme, yarın deprem mi olacak? Hatta bizi hapse attıracaklar milleti galeyan getirmekten. Halkı eğitmenin bu bakımdan önemi var. Hemen yarın deprem olacak demiyoruz. Diyoruz ki İzmir’den de endişemiz var. Fayların hepsi canlı. Canlı fay demek, günün birinde harekete geçip deprem üretebilir demek. Stresleri artmış olabilir. Bundan önce olan İzmir depreminde bu fayların bir kısmı yüklendi. Bu ne demektir? Kendileri zaten bir stres, bir de çevrede olan depremlerden streslendiği zaman biraz daha yükleniyor. İzmir’de bu kadar canlı fayla bölünmüşse yarım ada buradan çekinmek lazım. Bugün yarın olacak tartışmasını bırakalım. İzmir gerçek anlamıyla bir deprem kenti. Az kentimizde bu kadar yoğun ve aktif fay hattı var. Bunlar yarın, yarın olmazsa öbür gün deprem üretecek. Buna üzüleceğiz” dedi.
“DEPREM İÇİN SİYASET ÜSTÜDÜR”
Görür son olarak ise, “İzmir depreminde 70-80 kilometre mesafede burada 117 kişi öldü. Deprem dirençli olayını İzmir’de yapmak lazım. Bunu yapmadan önce İzmir Belediyesi şu anda bana göre çok doğru ve akıllı bir iş yaptı. O da burada mikro bölgeleme çalışması yapıyor. Bu çalışmayı ODTÜ’de oluşturulan bir ekip ile yürütüyor. Burada 9 Eylül Üniversitesi’nde de çok değerli yerbilimci arkadaşlarım var. Bu İzmir’in şansıdır. İzmir’de değerli yerbilimcilerin olması şanstır. Mikro bölgelemeler çalışması yapılıyor, onun ışığı altında İzmir depreme dirençli hale getirilmelidir. Yapılan iş İzmir’de belli. Bu çalışma sonrası evlerimize… Yeni inşaatlar yeni yönetmeliklere göre yapılacak. Kaçak göcek olmadan doğru yapılmış binaların hiç biri çökmez. İçinden de sağ çıkmanıza müsaade eder. En kral bina da odur. Sefer tası gibi çökmesin, ondan çıkamıyoruz. Çatlasın patlasın bir şey olmaz ama çökmesin. 1999’dan sonra yeni yönetmeliklerle yapılan bütün binalar eğer ki doğru yapılmışsa o binalardan hiç korkmayın. 1999 öncesi evimiz var diyenler ise; bir depremde bütün binalar çöker mantığı yanlış. Evinizi muayene ettirin. En azında depremdeki davranışlarını çok sağlıklı olarak görebilirsiniz. Güçlendim ile zafiyet gideriliyorsa onu yaparsınız. Olmazsa kentsel dönüşüm için devleti zorlayın. Hayatımda siyasetçi olmadım. Bilim adamıyım, bilimin doğrularını kim olursa olsun çıkar söylerim. Öyle kimseye kuyruk sallama gibi huyum yoktur. Devletten, hükümetten kim gelirse iktidara, bunu talep edin. Hangi parti olursa olsun gelsin İzmir’e, “biz iktidara gelirsek yapı stokunu güçlendirmeyi vaat ediyoruz” desin. Partizanlığı bırakın. Deprem için siyaset üstüdür. Benim İzmir’e tavsiyem budur. Bütün kentlerimizi depreme dirençli yapabiliriz. Bunu için afet bakanlığı kurulsun. İzmir’de biz ne yapalım dersek; biz 3-5 ay sonra deprem olacak demiyoruz ki” diye konuştu.
“ÜZÜNTÜ VE KEDERİ BÜYÜK BİR YARDIMLAŞMA HAREKETİNE DÖNÜŞTÜRMEYİ BAŞARDIK”Depremin bir Türkiye gerçeği olduğunu belirten Özgener, “Bugün yaşadığımız üzüntü ve kederi büyük bir yardımlaşma ve yeniden ayağa kalkma hareketine dönüştürmeyi başardık; önümüzdeki süreçte ise insan hayatını önceliklendiren güvenli kentler inşa etmekte başarılı olmaya gayret etmeliyiz. İzmir’i depreme dirençli bir kent olarak hazırlamak için; İzmir Valiliğimiz ve İzmir Büyükşehir Belediyemiz başta olmak üzere kentimizdeki tüm kurum, kuruşların katkısı ve Odamız çatısı altında yer alan inşaat yapım ve onarım, mimar, mühendis, yapı denetim, emlak, sigorta ve ilgili tüm sektörlerimizin bilgi birikimleri ile tecrübelerinin değerlendirilmesiyle önemli projelere imza atabileceğimize inanıyorum. Kurumlarımızda, bu konuyla ilgili Meslek Komitesi temsilcilerimizden oluşan bir “Deprem Çalışma ve Planlama Grubu” kurulmasını öneriyoruz” diye konuştu. “SOMUT ADIMLAR ATILMASINI AYNI HIZDA SAĞLAMALIYIZ”Barınma sorununa değinen Özgener, “Ticaret Bakanlığı ve TOBB, bu felaket için katılımcıların imkânları ölçüsünde yıkılmış ve ağır hasarlı konutların yeniden yapımını sağlamak amacıyla, Türkiye genelinde 365 Oda ve Borsa ile üyeleri ve arzu eden vatandaşlarımızın katılımıyla “Türk İş Dünyası Kalıcı Deprem Konutları Yardım Kampanyası” adı altında bir yardım kampanyası başlattı. Konut inşa etmek, elbette bu süreçte hızla yapılması gereken en önemli işlerin başında geliyor, yanı sıra bölgenin ekonomik dinamiğini harekete geçirecek konularda da somut adımlar atılmasını aynı hızda sağlamalıyız” ifadelerini kullandı.
YORGANCILAR: AHLAK VE VİCDAN İLE USULÜNE UYGUN YAPILAN BİNALARIN...Deprem bölgesinde usule uygun binaların yıkılmadığına dikkat çeken Yorgancılar, “Acının, öfkenin, çaresizliğin ve korkunun hakim olduğu depremde; kurtarmak, yaşatmak, onarmak ve normal hayata dönüş sürecine dikkatlerinizi çekmek isterim. Yıkılan binlerce binaya, afilli ambalajlı satılan rezidanslara rağmen, dimdik ayakta duran yapılar da vardı. Ahlak ve vicdan ile usulüne uygun yapılan binaların nasıl yıkılmadığına şahit olduk. Cam giydirmeli, şehrin ilk akıllı binası AB fonuyla AB mevzuatına göre yapılan Adıyaman’daki tek camı dahi kırılmayan kültür merkezi, TOKİ’nin zemini sağlam yerlere inşa ettiği binalar ve Maraş’ta inşaat mühendisleri Odası dimdik ayakta. Her birinde emeği olanları tebrik ediyorum. Bize lazım olan bu zihniyetteki ve ahlaktaki mühendisler ve müteahhitlerdir. Diğer yandan, üst katı göçen ve farklı illerde binaları zarar gören AFAD gibi binalar da var” dedi.
“ZEMİN GÖRMEZDEN GELİNMİŞ”
Deprem bölgesinde gözlemlediği hataları anlatan Yorgancılar, “Gelelim binlerce cana kasteden hatalar zincirinde yerinde gördüklerim sonucu öne çıkanlar: Zemini görmezden gelme, yıkılan kamu ve belediye binaları, havaalanı, karayolları vs., projede imzası olan, çalışan herkesin sorumluluktan kaçması, imar afları, denetimsizlik, koordinasyonsuzluk, iletişim sorunu, kritik binalarda sismik izolasyon vb. Koruyucu önlemlerin olmaması, sfetlere yönelik çadır, konteyner stoksuzluğu, bilim, liyakat, vicdan, ahlak, denetim eksikliği bizlere bunları yaşatmıştır. Bu açıdan Adalet Bakanlığı Deprem Suçları Bürosu çok doğru bir adımdır. Ancak, çok büyük yangın, sel felaketlerinde, depremlerde de görmekteyiz ki, ülkemizde bir Afet Bakanlığına acilen ihtiyaç vardır. Depremzedelerimizin barınma sorunu yaşadığı ve yaşayacağı en az 1-2 yıl yabancılara ev satışının yasaklanmasının da gerekliliğine inanıyorum. Ayrıca, enkaz atıklarının da, alternatif hammaddeye dönüştürülmesi yönünde toplanmasının da altını çizmek isterim” ifadelerini kullandı.
“10 İLİMİZİN ÜLKE EKONOMİSİNİN ORTALAMA YÜZDE 10’UNU KAPSIYOR”
Depremin ekonomiyi de etkilediğini ifade eden Yorgancılar, “Henüz acılar çok taze. Ancak, izlenecek yol ve atılacak adımlar açısından ekonomik büyüklüğün de ortaya konması gerekmektedir. Tablo, çok basit olarak 10 ilimizin ülke ekonomisinde ortalama yüzde 10’luk bir paya sahip olduğunu göstermektedir. Sonradan Elazığ da eklenmiş olsa da, oranları çok etkilemiyor. Bölgenin Türkiye içindeki payına baktığımızda; Nüfusun yüzde 15,7’si, GSYH’nın yüzde 9,3’ü, faal OSB’nin yüzde 13,2’si, ihracatın yüzde 8,9’u, vergi gelirlerinin yüzde 5’i, kullandırılan kredilerin yüzde 9’u, tarımın yüzde 14,5’i, kara taşıtlarının yüzde 12’si, çalışan sayısının yüzde 11 bölgedendir. Bu tablo doğrultusunda hazırlanan ön raporlarda da; ekonomik kaybın 80-90 milyar dolar olacağına ilişkin tahminler yer almaktadır. JP Morgan deprem özel raporunda ise depremin fiziki yapılara doğrudan hasar maliyetinin yaklaşık 25 milyar dolar olacağına ve 99 depremindeki ekonomik zarardan daha az bir ekonomik kayba dikkat çekiyor. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ise Türkiye’nin 2023’e yönelik büyüme tahminini yüzde 3,5’den yüzde 3’e düşürdü” şeklinde konuştu.
“ATOM BOMBASINDAN SONRA BİLE JAPONYA EĞİTİME KESİNTİSİZ DEVAM ETTİ”
Eğitimin devam etmesi gerektiğini belirten Yorgancılar, “İnsan canı ve ekonomik kaybın dışında önemli bir husus daha var. Bu kürsülerden eğitimin önemini her boyutuyla kaç kez konuştuk. Ve şimdi deprem oluyor ve ülke genelinde yurtlar kullanılacağı gerekçesiyle üniversiteler online sisteme geçiyor. Atom bombasından ve Tsunamiden sonra bile Japonya eğitime kesintisiz devam etti. İkinci dünya savaşında dahi ülkeler eğitimi kesintisiz sürdürme gayretini gösterdi. Evet depremzedelerimizin barınma ihtiyacı var. Ancak, gençlerimizi ikinci plana atarak yurtların kapanmasını doğru bulmuyoruz. Belediyelerimizin, kamunun, sendikaların konuk evleri, kamp alanları, oteller bu açığı kapayacak kapasitededir. Pandemi döneminde de ülkemiz, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında okulların en fazla kapalı kaldığı ülkeler arasında olmuştur. Türkiye pandemi döneminde 196 gün okullarını kapatırken, Pandemiden en çok etkilenen ülkelerden İtalya 93 gün kapatmıştır. O nedenle, eğitim her şartta devam etmelidir. Bu yanlıştan dönülmelidir” dedi.
“İMAR BARIŞININ TEKRAR UYGULANMASINA MÜSAADE EDİLMEMELİ”
Süreçte, TOBB’a ilettikleri önerilerden bazılarını paylaşan Yorgancılar, “Mecliste teklif olarak sunulan imar barışının tekrar uygulanmasına müsaade edilmemesi, faaliyetleri iptal edilen yapı denetim firmalarının, deprem riski taşıyan illerde onay verdiği inşaatların incelenmesinin sağlanması, yıkılan binalarda sorumluluğu olan herkesin tutuklanması, geçerlilik süresi şubat, mart ve nisanda sona erecek olan kapasite raporlarının süresinin 6 ay uzatılması, vizesi şubat, mart ve nisanda sona erecek olan sanayi sicil belgelerinin süresinin 6 ay uzatılması, yıllık işletme cetveli teslim sürelerinin ağustos sonuna ertelenmesi, şu an aktif olmayan Cazibe Merkezleri Programının söz konusu iller için tekrar açılması, 06 Şubat 2023 tarihinden önce düzenlenen ve bu tarih itibariyle süresi devam eden yatırım teşvik belgelerine ve dahilde işleme izin belgelerine talep edilmesi halinde bir yıla kadar ilave süre verilmesi, KOSGEB’in bölgeye özel destek kredisi açması, hibe programları oluşturması, destek programları projelerinin sürelerinin 6 ay uzatılması, kurumsal kredi taksitleri ve ödemelerinin 6 ay ötelenmesi, dönemsel olarak verilen vergi beyannamelerinin ileri bir tarihe ötelenmesi, diğer illerde zorunlu olmayan 2023-24 yatırım ödeneklerinin 2 yıl süreyle ağırlıklı olarak 10 ilde kullanılması, 10 vilayete yönelik acilen yıllık ve ardından 5 yıllık altyapı ve yatırım destek fonu oluşturulması, vergi, sigorta, enerji yatırım teşvik/destek oranlarının, 5 yıllık süreyle 10 ilde mevcut destek oranlarının 3 katı olarak uygulanması, çalışanların ve üreticilerin vergi ve sigorta yükümlülüklerinin 3 yıl süreyle yüzde 50 indirimli uygulanması, işlerini kaybetmiş çalışanlar ile işletmesini/ürününü tamamen kaybetmiş olanların her türlü vergi, sigorta primi, elektrik, gaz, su vb. borçlarının tamamının silinmesi” şeklinde konuştu.
“ARTIK, ACILARDAN DERS ALMA ZAMANIDIR”
Yorgancılar sözlerini şöyle tamamladı; “İzmir’de bulunan fay hatları ve risklerimiz malumlarınız. İmar Barışı kapsamında değerlendirilmiş olan yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alan illerin başında geliyoruz. Bu da durumun vahametini göstermektedir. O nedenle, Sayın Hocamızın söyleyeceklerini yüreğimiz ağzımızda dinleyeceğiz. İzmir için Tunç Başkanımızın hazırlatmakta olduğu Afet Plan Sunumu da yarın açıklanacak. Merakla bekliyoruz. Artık, acılardan ders alma zamanıdır. Bir kez daha ülkemize büyük geçmiş olsun. Milletimizin başı sağ olsun diyor, birlikte bu acıları da aşacağımıza olan inancımı tekrarlamak istiyorum.”
KESTELLİ: BİLİM İNSANLARIMIZIN UYARILARINI YETERİNCE DİKKATE ALMADIĞIMIZ İÇİN…
Olağanüstü günlerden geçildiğini ifade eden Kestelli, “Bugün; İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası ve İzmir Ticaret Borsası olarak, “deprem” gündemiyle ortak Meclis Toplantısı gerçekleştiriyoruz. Amacımız hem konunun aciliyetini ve önemini vurgulamak hem de bundan sonra atılacak adımları ortak akılla belirlemek. Aramızda çok değerli bir konuğumuz var. Bilim Akademisi Üyesi, Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür. Sayın Görür, yıllardır ve ısrarla son iki depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş’a dikkatleri çekiyor ve bu fay hattı üzerinde 500 yılı aşkın bir süredir stres biriktiğine vurgu yapıyordu. Hatta bu konuda raporlar hazırlamış, yerel yönetimlerin, TÜBİTAK’ın kapısını çalmıştı. Sonuç; 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki şiddetli deprem, tamamen yıkılan 10 bini aşkın bina, oturulamayacak durumda olan 100 bin bina ve tarifsiz bir acıya neden olan 42 binin üzerinde can kaybı. Bilim insanlarımızın uyarılarını yeterince dikkate almadığımız için bu afetin yıkıcı etkisi katlandı” dedi.
“HURAFELERLE DEĞİL AKILLA, BİLİMLE YOL ALABİLMEK GEREKİYOR”
30 Ekim 2020 yılında İzmir’de meydana gelen depremi hatırlatan Kestelli, “Merkez üssü İzmir olmayan ama özellikle Bayraklı’da, uygun olmayan zeminde, gerekli şartlara sahip olmayan binalar nedeniyle 117 can kaybına neden olan o deprem bize bazı şeyleri hatırlatmıştı. “Deprem değil çürük binalar öldürür” cümlesinin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha idrak etmiştik. Binaların altındaki iş yerlerini genişletmek adına kesilen kolonların kaç hayata mal olduğunu yaşayarak görmüştük. Anlamak isteyenler için İzmir depremi bir uyarıydı. Ama 11 ilimizde yıkıma neden olan Kahramanmaraş ve ardından gelen Hatay depremleri, uyarının yeterince dikkate alınmadığını da bizlere gösterdi. Bu Meclis toplantımızın temel amacı, yarınlarda benzer ihmaller, benzer sorumsuzluklar ve benzer acılar yaşamamak adına neler yapabileceğimizi konuşmak. Olacağını bildiğimiz ama ne zaman olacağını bilemediğimiz büyük İzmir depremine doğru şekilde hazırlanmak. İş işten geçtikten sonra pişman olmamak. Oda ve Borsalar olarak bu süreçte bizim ne tür sorumluluklar üstlenebileceğimizi belirlemek. Hurafelerle değil akılla, bilimle yol alabilmek” diye konuştu.
“EKONOMİMİZE ETKİSİNİ GÖZ ARDI EDEMEYİZ”
Yaşanılan deprem sonrası birkaç tespitte bulunan Kestelli, “Öncelikle daha depremin olduğu gün harekete geçip “İzmir Yardıma Koşuyor” kampanyasını düzenleyerek en hızlı refleks gösteren kentlerden biri olduk. Bu süreçte ayni yardım malzemeleri ve nakdi bağışlar toplandı; toplanmaya da devam ediyor. Bu kampanyaya destek veren tüm kurumlarımıza, yardımda bulunan kurum, kuruluş, şirket ve hemşerilerimize ve kampanyada çalışan arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Bildiğiniz gibi bu depremlerden en çok etkilenen 11 ilimiz; Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Osmaniye, Elazığ ve Adana. Etkilenen nüfus 14 milyonun üzerinde; yüzölçümü ise yaklaşık 110 bin kilometrekare. Yani pek çok Avrupa ülkesinden daha büyük bir alandan söz ediyoruz. Çok önemli bir tarım bölgesi. Ekonomik açıdan baktığımızda da neredeyse Türkiye ekonomisinin 10’da birini ifade ediyor. Bu yıkıcı deprem fırtınasının zaten uzun bir süredir önemli sorunlarla boğuşan ekonomimize etkisini göz ardı edemeyiz” şeklinde konuştu.
“BÖLGE HALKI TOPRAKLARINI TERK ETMEMELİ”
Bölgenin ihracattaki payını vurgulayan Kestelli, “Bölge, ülkemizin tarım, gıda, içecek ihracatında yüzde 24’lük bir paya sahip. Toplam ihracattan aldığı pay ise yüzde 9. Bölgenin tarımsal üretim bakımından en zengin ve büyük bölgelerimizden biri olması nedeni ile tarımsal üretim ve gıda sanayi üretiminde yaşanacak aksama da ciddi sorunlar yaratabilir. Toplam tarım alanlarımızın yüzde 17’sine sahip olan deprem yaşanan illerimiz tarımsal milli gelirden de yüzde 15 pay alıyor. Pamuğun yüzde 73’ü, narenciyenin yüzde 60’ı, buğdayın yüzde 18’i, mısırın yüzde 32’si, tütünün yüzde 31’i, kuru kayısının hemen hemen tamamı, antep fıstığının yüzde 75’i, zeytinin yüzde 17’si bölgedeki 11 ilimizde üretiliyor. Daha birçok ürünün üretimi açısından da verimli ve zengin bir bölgemiz. Tekstil üretiminde de yüzde 40’ı aşan bir paya sahip. Dolayısıyla tarım, tekstil gibi sektörler için çok acil ve çözüm üreten, kalıcı önlemlere ihtiyaç var. Bu önlemler bölge halkının topraklarını terk etmemesi, ekonomik faaliyetlerin, kısacası yaşamın canlanması açısından da hayati öneme sahip” ifadelerini kullandı.
GÖRÜR: BU STRATEJİ YARA SARMA EDEBİYATIDIR
Göçük altında 60 veya 70 bin kişinin olduğunu söyleyen Görür, “Sizlerle dertleşmek istiyorum. Plan program yapacak zaman da yok. Şu anda 60-70 bin kişi göçük altında. Binlerce insanımız acı çekiyor. Biz neyi konuşabiliriz? Onu doğrusu pek kendim anlayamıyorum. Acaba bütün millet yöneticiler olarak konuşmalı mıyız utanmalıyı mıyız ne yapmalıyız gerçekten bilmiyorum. İçimden geldiğini gibi konuşacağım. Umarım kendimi ifade edebilirim. Bizim ülkemizde depreme karşı bilinmeyen, söylenmeyen, kendi kendimize itiraf edemediğimiz hem halk olarak hem yönetim olarak bir strateji var. O da depremi konuşmamak. “Ay konuşmayın korkuyorum, nereden çıktı şimdi bu konu” diyoruz. Bu strateji malesef bu ülkenin yöneticilerinde de var uzun zamandan beridir. Depremi konuşmayın, hele bir konuşmayın. Olduktan sonra çizmelerimizi çeker sahaya ineriz, “Türk hükümetleri büyüktür, sizi aç susuz bırakmaz, her şeyi yaparız, karnınızı doyururuz, geçici konutlar, sürekli konutlar yapar yara sararız” deniyor. Bu strateji yara sarma edebiyatıdır. Çağ dışı bir stratejidir. İnsanlığa önem vermeyen anlayışın geliştirdiği strateji. “Deprem bizim elimizde değil, ne yapalım” deyip olduktan sonra gücümüzü gösteririz. Halbuki bilgi toplanmalı. Bilimin ışığı altında yürüyen toplumlarda böyle bir strateji yok. Çağdaş dünya bunu nasıl beceriyor. Deprem gelmeden, insanlar ölmeden, afet her tarafı kasıp kavurmadan önce gerekeni yapıyorlar. Yurt dışında bu boyuttaki depremlerde 5-6 kişi ölüyor, o da tesadüfen. Biz de ise utanıyorum söylemeye ama 42 bin vefat gözüküyor ama inşallah yanılırım ama çok daha fazla olacak. Bu insanlarımızı kaybettik. Üstelik de bu deprem geliyorum diye bağıran bir depremdi” dedi.
“ELAZIĞLILAR DEPREM KENTİNDE YAŞADIKLARINI BİLMİYORDU”
Kahramanmaraş’ta deprem yaşanacağını önceden açıkladıklarını ifade eden Görür, “2003 senesinde ben Elazığ’a gittim. Elazığlılar deprem kentinde yaşadıklarını bilmiyordu. Ben o zaman Elazığ’da deprem gelebileceğini çalışmalarla ortaya koydum. Uyarmaya gittim. Önümüzdeki yakın zamanda büyük bir deprem olabilir, kenti depreme hazırlayın demeye başladım. Biz bunu ne yaptıysak anlatamadık. Elazığ depremi geldi vurdu. Bunu görünce o Elazığ depreminden sonra 26 Ocak’ta dediğimi unutmuyorum; “Maraş’a dikkat edin, bundan sonra büyük depremleri orada bekliyoruz.” Biz Maraş depreminin büyüklüğünü bile söylüyorduk. Biz gece gündüz, “Maraş’a deprem geliyor, dikkat” dedik. Bunları derken bir gece kalktık ki Maraş’a deprem geldiğini gördük. Anladık ki pek de bir şey yapılmamış, o söylemlere rağmen. Eğer yapılsaydı Diyarbakır, Adıyaman, Kilis, Hatay böyle olmazdı. Şimdi bir şeyi kabul edelim, elbette ki bir yer darbeyi yerse tabi ki çadır, çorba götüreceksiniz. Başka ne olabilir ki? Konu ne götürdüğümüz, nasıl desteklediğimiz değil, niye bu depremin zararlarını azaltamadık onu konuşalım. Neyi bekliyoruz ya? İstanbul’da depremi söylememize rağmen hazır değil. İstanbul’da bir şeyler yapılmadı demek haksızlık olur ama yeterli yapılmadı. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu hükümet bu strateji düşünceyi değiştirmeye kalktı, “deprem olduktan sonra değil, deprem olmadan önce zarar azaltma sistemine geçmemiz lazım” dedi. Ben bundan çok umutlandım. 2010 yılıydı” şeklinde konuştu.
“DEPREMDEN DAHA GERÇEK NE VAR BU ÜLKEDE?”
Sitemde bulunan Görür, “Arkadaşlar siz neden depremi hiç gündeme almıyorsunuz? Sizin ekonomik sorunlarınızdan, terörden, sanayiden daha mı az önemli? Bana bir parametre söyleyin ki depremin önüne geçsin. Depremden daha gerçek ne var bu ülkede? En temel sorun deprem, hiç değişmez. Her gündüz güneşin doğacağı gibi deprem. Peki biz hiç tartıştık mı depremi? Bu depremden önce ipe sapa gelmez konuları televizyonlarda saatlerce konuşuyoruz ama deprem yok. Biz de o arada cılız sesimizle depremi hatırlatmaya çalışıyoruz. İlla hatırlamak için 70-80 bin inanın mı ölmesi lazımdı. İşten, güçten, hukuktan, iktidardan önünde bir şey yapmak lazım, millet olarak kendi devletimize sahip çıkma zamanı. Artık el koyma zamanı. Sorunlara millet olarak bizim el koyma zamanımızdır. Bunu elbet yapabiliriz. Depremi oluşturan mekanizma bu topraklarda 13 milyon sene önce başladı. 13milyın senden beridir depremler süregeliyor. İnşaların dünya tarihine çıkışı bile bu kadar eski değil. Daha milyonlarca sene devam edecek. Biz de bu depremi durdurarak gücümüz olmamıza göre yapacağımız şey depremin bize vereceği zararları bu günkü çağda bilimin ve teknolojinin gücünü kullanarak azaltmak. Yani bu depremlere yıkılmamak. Minimum zararlarla bu işi atlatmak. Bu yeni yaklaşıma biz risk analizi diyoruz” dedi.
“HALKIN DEPREM KÜLTÜRÜ YOKSA İZMİR’İ DEPREME DİRENÇLİ HALE GETİREMEZSİNİZ”Dirençli kentler yaratmanın öneminden bahseden Görür, “Benim kafam çok berrak. Eminim sizlerde bu dediğimi çok berrak şekilde anlayacaksınız, umarım siyasilere de anlatırsınız. Deprem öncesi dirençli kentlere sahip olmak lazım. Depremde dirençli kentlerde olursa en az zararla atlatırız. Biz aile evine girdiği zaman olası depremde üst katın başlarına çöküp kendilerini ezmeyeceğine emin olursa evinde rahat eder. Kentin bileşenlerini depreme dirençli yapacağız. Bir kent nelerden meydana gelir? Yönetim, halk, alt yapı, yapı stoku, çevre ve ekosistemi, ekonomi. Bu 6 parametre varsa biz oraya kent diyoruz. O halde keti deprem dirençli yapmak demek bu parametreleri deprem dirençli getirmek demektir. Yönetim de biz de demokrasi olan ülkede kenti yönetiminde bir vali atanır bir de belediye başkan seçilir. Bizim ülkemizde ne vali ne de belediye başkanı deprem nedir bilmeyebilir. Depreme müdahale nasıl olur onu da bilmeyebilir. Deprem azaltma sitemini bilmeyen bir yönetimden siz ondan ne bekliyorsunuz? Bu mümkün olmaz. O zaman yönetimi siz kurslarla eğitimle özellikle deprem kentlerini yönetimi yönetmek zorundasınız. Risk ve tehlike analizi nedir, onu bilmeli. Onu bilir ise kentteki ilgili kurum ve kuruluşları koordine edebilir. Biz de böyle bir şey yok. İkinci bileşen; halk. Bir kentin halkı diyelim ki İzmir, halk eğer deprem bilgisi bilinci ve kültürü yoksa, siz İzmir’i depreme dirençli hale getiremezsiniz. Halk eğitim olmadıkça depremde yapması gerekenleri yapmadığı gibi o an ne yapacağını da bilmez. O zaman sütun keser, kaliteli bina yapmaz. İzmir halkının deprem konusunda bilgi beceri ve kültürünün olması lazım. Bu kültür sadece eğitimle olmaz. Anaokulundan başlayarak halk eğitime o kültürü kazandırmak için çalışacaksınız” diye konuştu.
“İZMİR BELEDİYE BAŞKANINA SORUYORUM…”
Alt yapının öneminden bahseden Görür, “Diğeri alt yapı; İzmir Belediye Başkanına soruyorum, alt yapı depreme dayanıklı mı, dirençli mi? Hangi belediye başkanına sorsam bizim her şeyimiz tamam derler. Hatay’da da, Maraş’ta da sorsam bizim her şeyimiz tamam derlerdi. İzmir’de yapıyı yeniden yaparsınız ama İzmir’i ve İzmir’in çevresinde ekosistemi kirletirseniz burada yaşamak mümkün olmaz. Gölleri kirli bir İzmir sizi yaşatmaz. Hastalıkla yok eder. Kirlenen çevre besin zinciri vasıtasıyla salgın hastalık olarak geri döner. Demek ki alt yapı çok önemli. Geldik yapı stokuna. Bizim milletimizin yöneticilerin akılına nedense sadece yapı stoku geliyor. Öyle olunca iş müteahhitlik projesine dönüyor. Müteahhitlere saygım var ama el ovuşturan duruma gelip eften pütfen yapılırsa bu işte yanlışlık var demektir. Kentsel dönüşüm sadece motor gücü olarak müteahhitlere bırakılırsa tane dönüşüm olur. Müteahhitte nerede kar ederse gider dönüşümü orada yapar” dedi.
“EĞER YER ALTISUYUNA KARIŞIRSA…”
Deprem sonrası bertarafın doğru bir şekilde yapılması gerektiği, yapılması büyük bir tehlike arz edeceğini vurgulayan Görür, “çevre ve ekosisteme gelirsek… Gece gündüz 24 saat 30 tonu kamyonlarla taşınasın, 3-5 yılda anca bitirseniz. İnşaat, betonlardan demirlerden ve toksik maddelerden oluşuyor. Çağdaş ülkelerde depremi bekleyip deprem geldiği zaman eli ayağı dolaşmaya ülkelerde hazırlık yapıyorlar. Çünkü deprem kenti olduğunu biliyorlar. Bütün bu atıkları önemli ölçüde geri dönüşüme tabi tutuyorlar. O atıklardan öyle bir para kazanıyorlar ki depremin yaraları sarıyorlar. O atıkları telaşla gömmüyor, bu tür atıkları usulüne uygun bertaraf etmek zorundasınız. Etmesiniz hemen biyokimyasal reaksiyonlar başlıyor. Zehirli toksik maddeler ağır metaller oluşuyor. Yağmur yağıyor ve bunları eritip yer altı suyuna gidiyor. Besin zinciri vasıtasıyla soframıza geliyor, sizde afiyetle yiyorsunuz. Bunun aksini kim diyorsa doğrusunu bilmiyordur. Bunu doğru şekilde bertaraf etmezsiniz. Deprem kentlerinde insanların hayatını kısaltırsınız” ifadelerini kullandı.
“İZMİR’DEKİ FAYLARIN HEPSİ CANLI”
İzmir’deki fayların yoğun ve canlı olduğunu söyleyen Görür, “Genellikle bize soruluyor; “Ülkemizde deprem beklediğiniz yerler nereler?” Bizim yaptığımız deprem tahmini değil, biz falcı değiliz. Falcılık yapan insan çok. Çok çirkin işler oluyor, inşaların can güvenliğiyle bu iş olmaz. Biz Türkiye’nin jeolojik yapısı belirli ölçüde bildiğimiz için nerelerde ne olabiliri ön görüyoruz. Hakkari, Erzincan Bingöl Karlıova’dan kuşkumuz var. Karlıova’yla Bingöl arasında Göynük bölgesinde kuşkumuz var. Bir de İzmir’den kuşkumuz var. Antalya, Muğla arası sahil şeridinden de kuşkumuz var. Bunu dediğimiz zaman. Biz halktan korkuyoruz, dediğimizi öyle bir anlıyor ki “ayy hocam deme, yarın deprem mi olacak? Hatta bizi hapse attıracaklar milleti galeyan getirmekten. Halkı eğitmenin bu bakımdan önemi var. Hemen yarın deprem olacak demiyoruz. Diyoruz ki İzmir’den de endişemiz var. Fayların hepsi canlı. Canlı fay demek, günün birinde harekete geçip deprem üretebilir demek. Stresleri artmış olabilir. Bundan önce olan İzmir depreminde bu fayların bir kısmı yüklendi. Bu ne demektir? Kendileri zaten bir stres, bir de çevrede olan depremlerden streslendiği zaman biraz daha yükleniyor. İzmir’de bu kadar canlı fayla bölünmüşse yarım ada buradan çekinmek lazım. Bugün yarın olacak tartışmasını bırakalım. İzmir gerçek anlamıyla bir deprem kenti. Az kentimizde bu kadar yoğun ve aktif fay hattı var. Bunlar yarın, yarın olmazsa öbür gün deprem üretecek. Buna üzüleceğiz” dedi.
“DEPREM İÇİN SİYASET ÜSTÜDÜR”
Görür son olarak ise, “İzmir depreminde 70-80 kilometre mesafede burada 117 kişi öldü. Deprem dirençli olayını İzmir’de yapmak lazım. Bunu yapmadan önce İzmir Belediyesi şu anda bana göre çok doğru ve akıllı bir iş yaptı. O da burada mikro bölgeleme çalışması yapıyor. Bu çalışmayı ODTÜ’de oluşturulan bir ekip ile yürütüyor. Burada 9 Eylül Üniversitesi’nde de çok değerli yerbilimci arkadaşlarım var. Bu İzmir’in şansıdır. İzmir’de değerli yerbilimcilerin olması şanstır. Mikro bölgelemeler çalışması yapılıyor, onun ışığı altında İzmir depreme dirençli hale getirilmelidir. Yapılan iş İzmir’de belli. Bu çalışma sonrası evlerimize… Yeni inşaatlar yeni yönetmeliklere göre yapılacak. Kaçak göcek olmadan doğru yapılmış binaların hiç biri çökmez. İçinden de sağ çıkmanıza müsaade eder. En kral bina da odur. Sefer tası gibi çökmesin, ondan çıkamıyoruz. Çatlasın patlasın bir şey olmaz ama çökmesin. 1999’dan sonra yeni yönetmeliklerle yapılan bütün binalar eğer ki doğru yapılmışsa o binalardan hiç korkmayın. 1999 öncesi evimiz var diyenler ise; bir depremde bütün binalar çöker mantığı yanlış. Evinizi muayene ettirin. En azında depremdeki davranışlarını çok sağlıklı olarak görebilirsiniz. Güçlendim ile zafiyet gideriliyorsa onu yaparsınız. Olmazsa kentsel dönüşüm için devleti zorlayın. Hayatımda siyasetçi olmadım. Bilim adamıyım, bilimin doğrularını kim olursa olsun çıkar söylerim. Öyle kimseye kuyruk sallama gibi huyum yoktur. Devletten, hükümetten kim gelirse iktidara, bunu talep edin. Hangi parti olursa olsun gelsin İzmir’e, “biz iktidara gelirsek yapı stokunu güçlendirmeyi vaat ediyoruz” desin. Partizanlığı bırakın. Deprem için siyaset üstüdür. Benim İzmir’e tavsiyem budur. Bütün kentlerimizi depreme dirençli yapabiliriz. Bunu için afet bakanlığı kurulsun. İzmir’de biz ne yapalım dersek; biz 3-5 ay sonra deprem olacak demiyoruz ki” diye konuştu.