Çiğdem CANPOLAT / ÖNCÜŞEHİR - İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi’nin düzenlediği konferansa konuşmacı olarak katıldı.
Türkan Saylan Sanat Merkezi’nde düzenlenen konferansa ev sahibi Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi Başkanı ve eski milletvekili Erdal Karademir ve Başkan Soyer’in yanı sıra çok sayıda katılımcı yer aldı.
Konferansta Türkiye’nin mevcut yerel yönetim politikaları ve yaşanan sorunları, 2023genel seçim sürecinde yerel yönetimlerin sorumlulukları, yerel yönetimlerin parlamentere sistemden beklentilerine dair konular ele alındı.
SOYER: BİZ ŞU ANDA 3. MEŞRUTİYETİ YAŞIYORUZ
Konuşmasına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun YSK başkanı ve üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla bugün görülen duruşması hakkında konuşarak başlayan Başkan Soyer, “Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu adliyede. Bilirkişi raporu bunun bir eleştiri olduğunu söylerken o yargılanıyor. Biz burada konuşurken hakkında karar verilmiş olacak ve biz de öğrenmeye çalışacağız. Zor ve sancılı bir dönemden geçiyoruz. Bir tarihçi, “meşrutiyet, saray, meclis ve anayasa üçgeninden oluşur” diyordu. Biz şu anda 3. meşrutiyeti yaşıyoruz. Bu seçim meşrutiyetten cumhuriyete geçiş olabilir ancak” ifadelerini kullandı.
“VATANDAŞLARA OY VERMEKTEN ÇOK DAHA FAZLA SORUMLULUK DÜŞÜYOR”
Demokrasinin başka bir perspektif daha kazanmak zorunda olduğunu söyleyen Soyer, “Demokrasi, İzmir’in merkezinde bulunduğu Ege kıyılarında ortaya konmuş, insanlığın en önemli inovasyonlarından biri. İnsan uygarlığının temel değerleri, yani özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü, insan onuru ve hakları demokrasinin tartışılmaz yapıtaşları. Fakat dünya öyle bir noktaya geldi ki, demokrasi başka bir perspektif daha kazanmak zorunda. Bu da ancak içine doğayı alan bir ufuk geliştirmekle mümkün. Pandemi, iklim krizi, savaşlar ve yaşadığımız felaketler gösterdi ki, demokrasinin var olması için vatandaşlara oy vermekten çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Aktif yurttaşlık, özellikle yerelde, demokrasinin temel öznesi. Çünkü herkesin ve her şeyin birbirine bu kadar yakın olduğu yerelde, bireyin sadece kendinden mesul olması yeterli değil. Buradan, bireylerin kendisi kadar birbirini ve doğayı da temsil ettiği bir yerel yönetimler demokrasisi doğuyor. Biz İzmir’de aktif yurttaşlığı çoğaltmak için sosyal demokrasiyi ekolojik demokrasi ve ekonomik demokrasiyle buluşturuyoruz. Doğanın sağlığının bozulduğu bir yerde, tek tek insanların sağlığını korumak da mümkün olmuyor. Düşünün bir kere. Vücut sıcaklığımız bir derece bile arttığında, kendimizi hasta ve yorgun hissediyoruz. Aynı şey dünyamız için de geçerli. Dünyanın sıcaklığı bir dereceden çok yükseldiği için artık hasta bir gezegende yaşıyoruz. Bu nedenle ekolojik demokrasi, yani demokrasinin ufkunun doğa haklarını da kapsayacak şekilde genişlemesi geleceğimiz için kaçınılmaz” dedi.
“BİR TOPLUM EN ZAYIF HALKASI KADAR GÜÇLÜDÜR”
Gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmak için ekonomik demokrasiyi desteklediklerini ifade eden Soyer, “Tarım, ulaşım, inşaat ve geri dönüşüm sektörlerinde kooperatifçiliği yaygınlaştırıyoruz. Vatandaşlarımızın örgütlemesini destekleyerek üretimin öznesi haline getiriyor ve aynı zamanda yöneten olmasını sağlıyoruz. Biliyoruz ki, bir toplum en zayıf halkası kadar güçlüdür. Böylelikle İzmir’de sosyal, ekonomik ve ekolojik demokrasiden oluşan yeni bir demokrasi anlayışı ortaya koyuyoruz ve bunu yerelden inşa ediyoruz. Bu çabamızın çok önemli bir parçası da daima geçmişimizle ve değişimle uyum içinde olmak. Nesiller arası bilgi ve kültür aktarımını desteklemek. Bu duruşumuzu İzmir’in 2019 - 2024 yılı stratejik planında da sergiledik. Birleşmiş Milletler’in on yedi sürdürülebilir kalkınma hedefinin tamamını kentin ana stratejisiyle bütünleştiren ilk belediye olduk. Geçtiğimiz yıl İzmir’de gerçekleşen Dünya Belediyeler Birliği Kültür Zirvesi’nde ürettiğimiz değerleri döngüsel kültür kavramıyla tanımlamıştık. Bu kavram, dört sütun üzerinde yükseliyor. Doğamızla uyum. Birbirimizle uyum. Geçmişle uyum. Ve son olarak, değişimle uyum. Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra döngüsel kültür kavramına Birleşmiş Milletler, UCLG, UNESCO ve ICOMOS gibi kurumlar tarafından referans verilmesi yerel yönetimlerin toplumsal yaşamın güçlenmesinde oynadığı aktif rolü bir kere daha gösteriyor” diye konuştu.
“YEREL YÖNETİMLERİN SORUMLULUK ALANI HIZLA GENİŞLİYOR”
Günümüz dünyasında temel belediyecilik hizmetlerinin kentliler için yeterli olmadığını belirten Soyer, “Dünya değişiyor, ülkemiz ve kentlerimiz de bu değişimden nasibini alıyor. Artık sadece yol, altyapı, temizlik gibi temel belediyecilik hizmetleri, günümüz dünyasında kentliler için yeterli değil. Bunu en somut biçimde pandemi, deprem ve iklim krizinin etkileriyle ortaya çıkan sel, orman yangınları gibi krizlerde tecrübe ettik. Toplum, kendine en yakın olan yönetimden, duvarları, bariyerleri olmayan ve dokunabildiği belediyelerden, sorunlarına derman olmasını bekledi. Nitekim maske dağıtımının bile merkezi düzeyde yapılamadığı pandemi sürecinde, belediyeler büyük bir yükü omuzladı ve pandemiyle mücadelede çok başarılı bir rol üstlendi. Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi maskematik üretti ve İzmirlilere ücretsiz dağıttı. Evden çıkamayan büyüklerimizin tüm ihtiyaçlarını giderdik. Karantina döneminde kirasını ödeyemeyen esnaflarımız, işsiz kalan, yoksulluğu artan hemşerilerimiz veya hasadını yapamayan, ürününü satamayan üreticilerimizle çok büyük bir dayanışma örgütledik. Sadece pandemide değil; depremde de, sel ve orman yangınlarında da… Dolayısıyla yerel yönetimler artık geçmişin belediyecilik anlayışından çok daha büyük bir sorumluluk üstleniyor. Biz İzmir’de tarım, turizm, kentsel dönüşüm, yoksullukla mücadele, afet yönetimi, doğayla uyumlu yaşam ve yerel demokrasi gibi pek çok alanda… Özünü İzmir’in yerel değerlerinden, doğa ve kültür mirasından alan, ama aynı zamanda ülkemize ve dünyaya örnek olabilecek çok sayıda çalışma yürütüyoruz. Başka Bir Tarım Mümkün vizyonuyla kuraklıkla ve yoksullukla aynı anda mücadele ediyoruz. Yerinde dönüşümü ve yüzde yüz uzlaşıyı esas alan kentsel dönüşüm uygulamaları uyguluyoruz. Afet ve kriz zamanlarında, Türkiye’de ilk kez İzmir’de hayata geçirdiğimiz Kriz Belediyeciliğini uyguladık. Olası bir depreme hazırlıklı olmak adına İzmir’in tüm yapılarının deprem karnesini çıkardık. Tüm bunlar çoklu krizleri aynı anda göğüsleyen Türkiye’de ve gezegenimizde yerel yönetimlerin sorumluluk alanının hızla genişlediğini gösteriyor” şeklinde konuştu.
“BİR KERE DAHA UMUDU ÖRGÜTLEYECEĞİZ”
İzmir’deki yaptıkları tüm çalışmalarının ana omurgasının refahı büyütmek ve adil paylaşımı sağlamak olduğunu vurgulayan Başkan Soyer, “Biz İzmir’de şehrimizin yerel değerlerini ve gücünü doğru yöneten bir “ekonomik iklim” inşa ediyoruz. Bu iklimin oluşabilmesinin temel bir şartı var: Demokrasi. Demokrasi olmadan bir ülke ekonomisi belki bir noktaya kadar büyüyebilir. Ne var ki demokrasi olmadan büyüme, yalnızca bir avuç insanın, ülkenin tüm zenginliğinden faydalanması anlamına geliyor. Bu nedenle İzmir’deki tüm çalışmalarımızın ana omurgası; refahı büyütmek ve adil paylaşımını sağlamak. Amacımız, açlık, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, toplumsal kutuplaşma ve iklim krizine karşı dirençli bir İzmir inşa etmek. Bunun yolunun da çokluk içinde birlik olmaktan, yani dayanışma, paylaşım ve ortak akıldan geçtiğine inanıyorum. Demokrasiyi egemen kılmak için güçler ayrılığına dayanan ve demokrasinin tüm ilkelerini kapsayan yepyeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Altılı masa tarafından sunulan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem tam da bu ihtiyaca yanıt vererek umudumuzu çoğaltıyor. Birbirinden çok farklı siyasi partilerin ülkemizin geleceği adına aynı masa etrafında buluşması işte bu nedenle çok kıymetli. Biz, hiç kuşkusuz bu iradenin yanındayız. Yürekten inanıyorum ki Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girdiğimiz 2023’te yerelden merkeze, yani meydanlarımız ve sokaklarımızdan başlayarak tüm ülkeyi dönüştürecek bir sistemi hep birlikte inşa edeceğiz… Ülkemizin geleceği ve gençliği için, yüz yıl önce olduğu gibi bir kere daha umudu örgütleyeceğiz” dedi.
“İZİN VERMEYECEĞİZ, İZMİR’İ KORUYACAĞIZ”
Zeytin alanlarını madenciliğe açmak için parlamentoya sunulan yasa önerisi hakkında konuşan Soyer, “Bu meseleyi tekrar parlamentoya getirdiler. Artık parlamento demek bile insanın canını acıtıyor. Biz zeytin konusunda ne yapmışız diye baktık. 2 milyon 500 bin zeytin fidesi, 2 milyon civarından da meyve fidesi dağıtmışız. Bu da demektir ki; Buca’dan Bornova’dan büyük bir araziye zeytin ve meyve ağacı dikmişiz. Bu vatanı betona, madenlere bırakmamak için yapıyoruz. Bu vatanın zenginliğini korumak ve gelecek nesillere bırakmak için mücadele etmek lazım. Bunu daha da arttırarak devam edeceğiz. İzin vermeyeceğiz, İzmir’i koruyacağız” açıklamalarında bulundu.
“CİDDİ BİR ENERJİ BİRİKTİ”
Türkiye’de ciddi bir enerji birikimi yaşandığını, bunun da ortaya çıkacağını ifade eden Soyer, “Bir şey değişecek her şey değişecek. O bir şeyi herkes anladı. Emin olun Türkiye öyle bir noktada ki, aynı doğada olduğu gibi bir enerji biriktiriyor. Biz görmüyoruz, doğadakini de görmüyoruz. Sonra deprem olarak geri dönüyor. Ciddi bir enerji birikti. Türkiye’de de ciddi bir enerji birikti. Bunu gezi de bir gördük. Şimdi de birikiyor. O enerji ortaya çıktığında binlerce yıllık bu kadim kültürün taşıdığı o sosyal gen, hepsi gün yüzüne çıkacak” şeklinde konuştu.
“YANGIN HERKESİN MUTFAĞINDA VAR VE YANGIN HİÇBİR ŞEYİ AFFETMEZ”
Herkesin mutfağında yangın olduğunu ve yangının hiçbir şeyi affetmeyeceğini söyleyen Soyer, “İstanbul’da 13 bin 700 çıplak imzalı pusulayla seçim kazanılmıştı, iptal ettiler. 800 bin küsür oyla tekrara kazanıldı. Toprak altında doğan enerji biriktirmesi toplumda da odur demiştim ya, bu tam da onun göstergesi. Orada AK Parti’ye, MHP’ye, başka partilere oy veren vatandaşlarımızın da vicdan sağ duyu ve basiret nedeniyle gidip Ekrem İmamoğlu’na oy verdiler. Bu milletin sağ duyusuna, basiretine, vicdanına güveniyoruz, güvenmek zorundayız. Onun nere de ne zaman otaya çıkartması gerektiğini düşünüyorsanız o zaman ortaya çıkar. Ben bu seçimlerde bunun ortaya çıkacağını düşünüyorum. Çünkü yangın herkesin mutfağında var ve yangın hiçbir şeyi affetmez. Can yakar. Canı yanan vatandaşın başka bir irade ortaya çıkaracağını düşünüyorum” diye konuştu.
“GEREKİYORSA ORADA ÖLÜRÜZ!”
Son olarak Buca Cezaevş hakkında konuşan Başkan Soyer, “Bazı meseleler var ki bıçak kemiğe dayanıyor ve orada sürdürdüğümüz mücadele anlayışını bıraktığı çıtayı başka bir yere taşımanız gerekiyor. Bunun iki örneği var. Biri Sao Paolo gemisinin Aliağa’ya gelmesi meselesi. Dedik ki getirtmeyeceğiz. Bakanlık izin verdi bize yazılar yazdı… Ancak biz getirmedik ve geri gönderdik o gemiyi. Şimdi ikinci bir şey yaşıyoruz. Buca Cezaevi yıkıldı yerine Bakanlık “ticarethane yapacağız” dedi, mülkiyet el değiştirdi ve orda bir imalat yapmaya çalışıyorlar. Dedik ki yaptırtmayacağız. Bu ne demek? Gerekiyorsa orada ölürüz! Ne gerekiyorsa yaparız” diye konuştu. Bu da öyle bir mesele. Ekrem Başkan’ın bilirkişisinin eleştiri değdiği bir değerlendirme ile ilgili mahkeme eğer hakaret ederse ve bunla ilgili cezai sorumluk ortaya çıkarsa elimizden ne gelirse yapacağız. Kimsenin kuşkusu olmasın” dedi.
KARADEMİR: YÜKSEK YARGIYI ELE GEÇİRME PROJESİYDİ VE ELE GEÇİRDİLER
AK Parti iktidarı hakkında eleştirilerini dile getiren Türk Parlamenterler Birliği İzmir Şubesi Başkanı ve eski milletvekili Erdal Karademir, “AKP iktidara gelirken yoksullukla, yolsuzlukla ve yasakları kaldıracaklarını söylediler. Bugün ulaştıkları nokta tam tersi. Tüm yolsuzluklara karışmış bir AKP karşımızda. Göstermelik bir parlamento var, hiçbir kurum çalışmıyor. Bütçe görüşmeleri yaşanıyor, 600 tane milletvekilinin hiçbir işlevi yok. Türkiye bütün cumhuriyet değerlerini kaybederek bugünlere geldiyse bir kere daha kendimize bakmamız gerekiyor. Bizler seyrettik. 2002’de iktidara gelen AKP ilk iktidara geldiğinde Avrupa Birliğine gireceğiz dediler. Oysa Avrupa birliği uyum paketi yayınlamıştı, özel şartlar vardı. Türkiye’ye özel statü veriyorlardır. Avrupa Birliği Türkiye’yi almak istemiyordu. Serbest dolaşımı yasaklamıştı. Türkiye’deki tarım politikalarına kısıtlama getirilmişti. Ama bunlar alkışlanıyordu. 2 Eylül 2012’de anayasa değişikliği yapıldı, 12 tane madde değişti. 3 tanesi AKP’nin istediğiydi, diğerleri Türkiye toplumunun kabul edeceği demokratik yönü ağır basan maddelerdi. 1 Eylül rejiminden hesap soracağız diyorlardı. Yetmez ama evet diyerek bu anayasal referanduma evet denildi. AKP’nin yüksek yargıyı ele geçirme projesiydi ve ele geçirdiler. Türkiye’de her şeyi anayasal kılıf altından yüksek yargıyla görmeye başladılar. 7 Haziran 2015 seçimleri oldu. İlk defa AKP tek başına iktidar olamadı. İstişare görüşmeleri altında oyalandık, sonra tekrar seçime gidildi. Sonrasında terör hareketleri tekrar yükseldi. Gar katliamıyla terör bitti. Bunları hiç sorgulamadık. İşte AKP bu şekliyle yol aldı. 2016 yılı 5 Temmuz’da bir kalkışma yaşandığı söylendi. Biz bunlarla oyalandık ama o hareketin asıl hedefi şuydu; 20 Temmuzda olağanüstü hal yani sıkı yönetim ilan ettiler. Bu süreçte bizler bunları seyrederken 2017 yılı 1 Nisan’da tekrar referandumla karşılaştık. Bugün ki tek adam rejimi tek adam hükümeti böyle oluştu” şeklinde konuştu.
“MUHALEFETTE OLUP DIŞARIDA KALAN SOL PARTİLER VAR”
Sözlerine devam eden Karademir, “Bundan sonrası daha tehlikeli bir süreç. Türk toplumun belli örgütlü kesimi o an ayıldı. 2018 genel seçimlerde İYİ Parti’yi parlamentoya sokmama niyetleri vardı ama 15 milletvekili verilerek parlamentoya sokuldu. İttifak oluşturuldu. Ondan sonraki seçimde bir başarı elde edildi. Önümüzdeki seçimde bu ittifakla başaracağımıza inanıyoruz. Önümüzdeki seçim tehlikeli. Karşımızda şu var; iktidarı özlemiş, kazanmaya endekslenmiş yol almaya çalışan muhalefet var ama 20 yıldır iktidarla köklemiş, devleti ele geçirmiş bir tek adam rejim var. O vermek istemeyecek biz almak isteyeceğiz. 2023 seçimlerinde başta 6’lı ittifak olmak üzere hep beraber CHP’nin başkanları var ama yetmez. Muhalefette olup dışarıda kalan sol partiler var. Mesela HDP var. Bunları da içimize alarak yerel yönetimleri de işin dinamiğine alarak birlikte mücadele edebilirsek bun kazanabiliriz diyoruz” dedi.