Kendine ait bir oda. Duydun mu, okudun mu bu kitabı
bilmiyorum. Ben çok yanlış anladım galiba ya da işime gelmedi. Sana
söyleyeceklerimin kitapla hiçbir bağlantısı yok bu arada. Zaten tesadüf dediğimiz
durumlar bağlantısızlığında debelenmiyor muyuz? Ben debeleniyorum. Sığamıyorum,
taşıyorum. En çok gönül kırmaktan korkuyorum, sonra bakıyorum, taş üstünde taş
kalmamış. Kendini yolculukta bulurmuş insan; nasıl bulacağız kendimizi, her yer
insan. Sürü sürü. Telaşlı, meşgul, üzgün, düşünceli. Onları düşünmekten kendime
vakit ayıramam ki. Bu acaba bulduğum kendim mi? Kendini unutup ağacın kuşun
derdine düşen. 365 günde kaç gün kahkahayla güldün? Yahu kandırma kendini. Kaç
gün acaba, keşke demedin? Geride bıraktıklarım benden güzel bahsedecekse
yaşamışımdır. Yüz sene sonra esamen okunmayacak. Yemeye içmeye mi geldin
dünyaya? Emeğe, sevmeye mi?
Her istediğini aldın, yedin, içtin, giydin, tükettin,
tükendin. Satın aldın, satın alındın. En sonunda kazıdılar adını bir mermere.
Fakirsen o da yok. Tahtaya oyarlar, yazarlar ya da ne bileyim bir taş koyarlar.
Aman kaybolma! Her şey oldu, bitti. Sen öksürmeye başladın, malının derdine
düştüler. Sadece hayvanlardan, suladığın ağaçlardan vefa gördün. Bir de
çocuklar var. Saf temiz iyilik dolu küçük insanlar. Olgunlaşmamış meyveye ham
derler ya, ham insan mı oluyor çocuklar da? Onlar tam biz ham. Hem de çürük.
Tamken nerelerde eksildin, neden çürüdün? Koruduysan içindeki tohumu, ne ala.
Sıkışma o küçücük odanda. Eşyalarından kurtul, at, satma,
ver; karşılıksız. Bırak sana kendini buldurmaya çalışan kişisel gerişim
kitaplarını. Kendini yazsana. Sonra unut. Arada mola ver, ama tempoya karışma,
o mola anlarında yeniden hatırla yazdıklarını. Yık odalarını ve iyilik bırak.
“Nasıl bilirdiniz?”