Birleşik Kamu İş Konfederasyonu’nun eski bir yöneticisi olarak Ankara’da kuruluş yıldönümümüz için hafta sonu Ankara’da olacağım. Genelde ulaşım için uçak tercih ediyorum. Çünkü aceleci ruhuma iyi geliyor.
Bu kez İstanbul Ankara arası hızlı treni denemek istedim. Çünkü Suadiye’de oturan ben için tren istasyonu yürüme mesafesi olarak 10 dakika sürüyor. Ankara’da Ulus’ta inince şehrin göbeğinde oluyorum ve yolculuk 4 saat sürüyor. Ücreti ise 430 lira. Uçak için havalimanına gitmem metro ile 50 dakika araba ile İstanbul trafiğinin sağı solu belli olmaz. Ankara’da Esenboğa’dan merkeze gitmek için harcayacağım çabayı da düşününce süre yine 4 saat oluyor. Bilet ücreti ise 2300 lira… Okuldaki yol problemlerinin hayattaki karşılığı bu olsa gerek. Oysa öğrenciyken ne anlamsız geliyor.
Onuncu Yıl Marşı’nda “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” mısrasının anlamı hayat buluyor. Atatürk önce yabancıların elindeki demiryollarını kamulaştırıyor. 19. Yüzyılda yarı sömürge yapılan Osmanlı İmparatorluğu’nda emperyalistler, ülkenin kaynaklarını sömürecekleri hatlarda demiryolları yapmıştı. Ankara’nın yünleri İzmir Limanı’na taşınıp Avrupa’ya giderken en kısa yol değil yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin kullanım haklarını alacakları için, rota ona göre belirlenmişti. (Aynen bugün İMF’nin size borç mülteciler için yarısını kullanmanız şartıyla veririm demesi gibi)
Atatürk’ün devletçi politikaları ile dünya ekonomik bunalımı Türkiye için fırsata dönüşmüştü. Yeni demiryolu hatları inşa edilmeye başladı. Zonguldak’taki kara elmas kömür madenleri açıldı. (Yıllarca bu ülkede Lozan Antlaşması yüzünden madenlerimizi çıkaramıyoruz diyenler bu cümleleri tarih kitaplarında okuyup idrak edemeyenlerdir.) Kömür madenleri Ereğli’deki demir çelik fabrikalarının ateşi oldu. Raylar döşendi. Eskişehir’de bir vagon fabrikası kuruldu. Rayların üstünde dizildi lokomotif ve vagonlar. Ülke ulaşım ağıyla birlik oldu. Atatürk’ün ekonomik kalkınma modeli dışa bağımlı olmadan kendi kaynaklarımızı kullanarak büyümekti. Çünkü Atatürk ekonomistim demiyordu ama tarihi iyi biliyordu. Osmanlı padişahının “Borç alan emir alır” sözleriyle bir dönem Viyana kapılarına kadar gittiğinin farkındaydı. Ama aynı Osmanlı kendi kültüründen uzaklaşıp borç aldıkça sonunda Duyunu Umumiye kurulmuştu. Lozan’da karşımızdaki devletlerle en büyük sorunumuz Kapitilasyonlardı. Ekonomimize hükmederlerse bize hükmedeceklerini biliyorlardı.
Atatürk boşuna ‘demiryolu’ dememişti. Ülkenin kaynakları kullanılıp ülke insanı iş buldu.
Sonra ne mi oldu?
Atatürk’ün ardından karşı devrim yanına dış mihrakları da alıp harekete geçti. Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkaranlar Atatürk’ün tüm kurumlarını talan etti. Ama hep şekilci bir millet olduğumuz için Atatürk’ün heykeline saldıranlara kızarken Atatürk’ün ilkelerinden uzaklaşanları Köy Enstitülerini kapatıp Saidi Nursi gibi tarikatçılarla kanka olan siyasileri alkışladık. Menderes Amerikan Firması Fordun otomobilleri gelsin diye karayoluna geçti. Özal otobanlar, Demirel duble yollar yapmakla övündü. Petrol için sürekli borçlandık. Borçlandıkça daha da battık. Evet köprüler, tüneller karayolları ile dünya standardında bir ülkeyiz. Peki bu kaynaklar sosyal adalete uygun dağılıyor mu? Bu yollar üzerinde toplum ikiye ayrıldı. Evine Getir’den sipariş veren yukarıdakiler(zenginler) mutlu azınlık, ve onlara o yollar üzerinde kelle koltukta hizmet eden aşağıdakiler(yoksullar) bu uçurum hızla büyümeye devam ediyor. Ülke vatandaşları için çok pahalı iken dünyada en ucuz vatandaşlık satam ülkeye dönüştü. Bu yolculuk beni Ankara’ya götürüyor. Umarım ülkemin yolu da Atatürk ilkelerine çıkar.