Tarihçi olarak 2000 li yılların başından beri BOP projesi nedeniyle Ortadoğu’nun haritasının değiştirilmesini hedefleyen yeni dünya düzeni ve bunun Türkiye’yi bir iç savaş, işgal ve bölünmeye götürebileceği konusundaki kaygılarımı her fırsatta her platformda anlattım.
Lozan Antlaşması’nı içine sindiremeyenlerin daha masada İsmet Paşa’ya yaptıkları tehditleri hayata geçirmek için ilmek ilmek çalıştıklarını Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyeti yıkma projelerinin komplo teorisi olmadığını pek çok vatansever gibi ifade ettim. Bizi iç savaş çıkarabilecek şekilde alevi,sünni, kürt,laz,laik,dindar vs pek çok konuda çatıştıramayanlar ülkemizi mülteci işgali ile yıkmayı hedefliyordu. Belçika Başbakanı’nın deprem felaketinden sonra ilk demecinin Suriyeli mülteciler Türkiye’de kalmalı sözü dikkatli okunmalıdır.
Obama’nın deprem mesajında da Türkiye depremindeki Suriyeli mülteciler öznesi aslında çok şey ifade etmektedir. Bu düşmanlara karşı genetik kotlarımızda; tarihten gelen birleşme, savunma, yenmek var. Ama aynı zamanda kaderci bir toplum olduğumuz için pek çok konuda ders çıkaramıyoruz. 1999 depreminden gerekli dersi çıkaramadığımız için ülkece çok büyük bir bedel ödedik. Ülkemizin doğusunda ardarda yaşadığımız iki büyük deprem Türkiye’yi savaştan çıkmış bir ülke durumuna düşürdü. Bu deprem ile ilgili komplo teorileri de var. Adeta BOP’u tamamlamak istercesine, geçen yaz Amerika öncülüğünde yapılan askeri tatbikatta bir ülkede deprem olması ve ABD’nin yardıma gitmesi aklıma Mine Kırıkkanat’ın Bir Gün Bir Gece romanını getirdi. Romanın kurgusu büyük bir deprem sonrası yıkılmış Türkiye’nin işgali planı idi ve bir solukta okumuştum. Haarp teorileri de konuşuluyor. Bugün çok uzak gibi gelse de Milli Savunma Üniversitesi’nin düzenlediği bir sempozyum için hazırladığım bir bildiride 1.Dünya Savaşı’nda ses dalgalarının haberleşmede kullanılarak savaşın seyrini nasıl değiştirdiğini ve o dönemde kimsenin bunu çözemediğinin belgelerini değerlendirmiştim. Fakat bu yazının konusu bunlar değil. Türkiye fay hatları üzerinde bir ülke deprem gerçeğini bilip önlem almalıyız. O önlemleri bir başka makalede değerlendirelim.
Bugün bir tarihçi olarak depremin savaş etkisi yaratmış olduğundan hareketle bir kaç şey yazmak istiyorum. Çünkü 130 atom bombası düşmüşcesine geniş bir coğrafyayı etkiledi. 10 şehir yıkıldı. Depremin ardından bir kuvayı milliye ruhu oluştu. Herkes sosyalmedyada örgütlenerek bölgeye destek yağdırma konusunda devletine sahip çıktı. Ve bizi bölmeye çalışanları şaşkına çevirircesine tek vücut olduk. Alt kimlikler hiçbirimizin aklına gelmedi. Sorumsuz denilen Z kuşağı sosyalmedyanın gücü ile enkazdan ne çok canın çıkmasını sağladı. Kolileri hazırlayanlar o gençlerdi. İzmir’de 1919 da Maşatlık’ ta toplanan gençlerin ruhunu taşıyan gençlerin bir anda buluşup yardımları doğuya ulaştırmalarıyla gurur duydum. Milli Mücadelenin kahramanları gibi bugünün kahramanları da gençlerdir. Youtuber meslek mi diyenler onların bazı tarikat liderlerinin sözde kanaat önderliklerinden çok daha güçlü olduğunu gördü. Atatürk Milli Mücadeleyi kazanmasında telgraf tellerinin önemini vurgulamıştı. Sosyal medya iletişimde devrim yarattı. Bu depremde şebekelerin çökmesi yıllar önce PTT özelleştirilirken ülkenin güvenliği için devlet haberleşmeden çekilmemelidir demekte ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi.
Ordumuza sürekli saldıranlar,zaafa uğratanlar,bu kadar çok askere neden gerek var diyenler bile deprem sonrası ilk olarak askeri aradı. Bu depremden çıkarmamız gereken derslerden birisi hiç kuşkusuz ordumuzun köklü geçmişinin temel unsurları olan Harp Okulları ve askeri hastanelerin yeniden kurulmasıdır. Depremin hemen ardından tv kanalında ağlayan deprem profesörlerinin gözyaşları toplum olarak zihnimizdeki bulanıklığı yıkadı. Bilim adamlarını dinlemedik. Saygı duymadık. Onlar deprem geliyor dedi. Tv kanalları, yerel ve ulusal yöneticiler onları yok saydı. Nihat Hatipoğlu’nun bilim adamlarını dinlemeliyiz sözünün bir kesim için milat olduğunu düşünüyorum.
Bilim ve vicdanla çalışan Erzin belediye başkanı akrabalarını bile küstürüp kaçak binaya izin vermediği için bölgede yıkım olmayan tek ilçe oldu. Ve herşeyin kader olmadığını tüm Türkiye’ye gösterdi. Peki deprem olmasa bir daha aday gösterilir miydi? Hepimiz bu kaçak yapılaşmaya göz yummadık mı? Deprem bize uygarlaşmanın gökyüzüne yükselen rezidanslar olmadığını gösterdi. Oysa Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda yakılan yıkılan köyleri yeniden kurarken Türkiye’nin ideal köy modelini oluşturmuştu. O plan tüm Türkiye’de uygulanmaya devam etseydi Türkiye köyden kente göç olgusunu bile yaşamazdı. 1930 larda Ankara’da başkentte kooperatifçilik örneğinin modeli olarak Bahçelievler yapı kooperatifini kurdurup modern şehirler inşa ederkenki idealini göstermişti. Biz bahçeli evlerimizi yıktık kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirdik. Toki bize gösterdi ki devlet heryerde olmalıdır. Fransız karikatürü “Türkiye depremi tanklarımıza gerek kalmadı” diyerek Antep, Hatay’ı kaybetmenin acısını dışa vurdu. Ama tüm dünya Türkiye’nin tek yürek olduğu yeniden canlanan kuvayı milliye ruhunu da gördü. Bu ruhun yeniden canlanması tüm bu acıların içinde içimizde yeşeren umuttur. Milli Mücadelede Erzurum Kongresi binasına gelip kefen parasını mücadeleye veren nineler, bayram harçlıklarını mücadeleye veren çocuklar gibi olduk. 1920 lerde Milli Mücadele ülkenin işgaline karşı refleks önce milletten gelmişti. İstanbul hükümeti ne yapacağız diye düşünürken Anadolu’da bölgesel direniş başlamıştı. Depremde de herkes ben ne yapabilirim sorusunu sordu. İşin ucundan tuttu. Milli Mücadelenin futbol takımları Anadolu’ya silah kaçırmıştı. Hatay sporun teknik direktörünün gözyaşları hepimizin yüreğine aktı. Milli mücadele’de dernekler halkı düşmana karşı harekete geçirmişti. Bugün TİP ile Ülkü Ocaklarının temsilcilerinin çorba sırasındaki beraberliği hepimizin içini ısıtan fotoğraf oldu. Milli Mücadelede silahını alıp düşmana savaşan yanında, köy basan eşkiyada vardı. Bugün de depremde yardıma koşan gibi yağma yapanlar ülkeyi iç savaşa sürüklemeye çalışanlar oldu. Geçmişte olduğu gibi yanıtını aldılar. Olağanüstü koşullar olağanüstü vergileri getirir. Mustafa Kemal Paşa Tekalifi Milliye Emirleri çıkartmıştı. Halktan fanila, çorap istenirken gücü olanda araba,benzin,hayvanlarını verecekti. Geçen akşam yardım kampanyasında bu ülkede herkes kendi gücünde kampanyaya katıldı. Tekalifi Milliye ruhu gibiydi. Lakin bu bağışları yaptığını söyleyenlerin dekontlarını takip etmekte yine ortak yayın yapan kanalların görevi olsun. Atatürk’ün kurduğu kurumların önemini milletçe bir kez daha anladık. Kızılay benim bir zamanlar dünyanın neresinde bir felaket olursa yardım gönderen kurumumdu. Kızılhaç çadırlarının yanındaki o Kızılay çadırları hep bir gurur sebebim olurdu. Eski gücünü kazanmak zorunda olduğunu gördük.
Cumhuriyetin 100.yılında Cumhuriyeti yeniden inşa etmek bizim nesile düştü. Milli Mücadele tarihi kitap olmaktan çıktı. Artık hepimiz o sayfaların içinde birer neferiz. Rotamız ise hazır. Atatürk’ün kurduğu değerlerle savaşmayı bırakıp yeniden inşa etmeliyiz.
Çok doğru tespitler içeren gerçekçi bir yazı. Ancak ben şuna inanıyorum. Aklı, bilimi vicdanı esas a*** her birey veya kurum yaşananlardan bir çok dersler çıkarmıştır. Bundan eminim. Emin olduğum bir şey daha var ki, o da şudur: anlamayanlar yine hiçbirşey anlamamıştır. Ama siz/ biz yinede anlatmaya devam edeceğiz hocam. Zira vicdanımız ve aklımızın çizdiği rota bu. Elinize sağlık.