“İki Mustafa Kemal vardır; Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal, ikinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatminiçindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”
Mustafa Kemal Atatürk dünya tarafından tanınan bilinen bir lider 20. yüzyılda çağdaşı olan liderlerin çoğu ülkelerinde heykelleri yıkılmış lanetle anılıyor. Bu liderlerin içinde 21. yüzyılda hala sevgiyle anılan lider olma özelliğini taşıyor Mustafa Kemal. Bugün dünya Atatürk modelini konuşuyor. Ve Avusturalya Başbakanı’nın sözlerine dökülen bir temenni ile “bugün dünyaya yeniden Atatürk lazım” ifadesiyle dünya barışının oluşmasında Atatürk’e duyulan özlem bir kez daha dile getiriliyor. Hakkında binlerce kitap yazıldı. Peki, biz ulus olarak Atatürk’ü ne kadar tanıyoruz. Onu millet olarak seviyoruz. Peki, anlayabildik mi? Hepimiz Atatürk’ün neferi olmaya hazırız. Peki, Atatürk olabildik mi? Atatürk olmak Atatürk gibi düşünmekten geçmiyor mu? Bu makalede tanıdığımız Mustafa Kemal’i birazda değişik açılardan görmenizi sağlayacak yönlerinden bahsetmek istiyorum. Onun ulaşılmaz lider olarak tanıdık. Askeri dehasını, diplomat kimliğini, devlet kurucusu Atatürk’ü biliyoruz. İnsan Atatürk’ü ne kadar biliyoruz. Ya da ders kitaplarında bize insan yönü ne kadar anlatıldı.
Selanik’te pembe boyalı bir evde doğduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, içinde doğduğu dünya nasıldı? 1856 yılında Kırım Savaşı’ndan sonra ilk kez dış borç alan Osmanlı imparatorluğu, borçlarını ödeyemediği için 1881 yılında ekonomik bağımsızlığını kaybetti. Aynı yıl imparatorluğun Makedonya topraklarında doğan bir çocuk gelecekte emperyalizme karşı 20. yüzyıldaki ilk Kurtuluş Savaşı’nın lideri olarak mazlum milletlerin savunucusu olarak ülkesinin kurtarıcısı olacak ve modern Türkiye’nin kurulmasını sağlayacaktı. Mustafa Kemal’in hayat hikayesini hiç ondan dinlediniz mi?
“Çocukluğuma dair ilk anımsadığım şey, okula gitmek sorununa aittir. Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli bir çatışma vardı. Annem ilahilerle okula başlamamı ve mahalle okuluna gitmemi istiyordu. Gümrükte memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi Okuluna gitmemi ve yeni yöntemlere göre okumamı istiyordu. Sonunda babam işi ustaca çözdü. İlk önce bilinen törenle mahalle okuluna başladım. Böylece annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle okulundan çıktım; Şemsi efendi Okuluna yazıldım. Az zaman sonra babam öldü… Annemle birlikte dayımın yanına yerleştik. Dayım köy yaşamı sürüyordu. Bende bu yaşama karıştım. Bana görevler veriyor, bende bunları yapıyordum. Başlıca görevim tarla bekçiliği idi. Kardeşimle birlikte bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovalamakla uğraştığımızı unutamam. Çiftlik yaşamının diğer işlerine de karışıyordum.”
Bir süre sonra Zübeyde Hanım rahatsız olmaya başlar çünkü oğlunun okula gitmesini istemektedir. Kocası öldüğü için ekonomik durumları da bozuktur. Fakat oğlunun tarlalarda çalışıp köyde kalmasından çok okumasını istemektedir.
“Nihayet Selanik’te bulunan teyzemin yanına gitmeme ve okula devam etmeme karar verildi. Selanik’te Mülkiye İdadisi’ne kayıt oldum. Okulda Kaymak Hafız isminde bir öğretmen vardı. Bir gün sınıfımızda ders verirken ben bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Öğretmen beni yakaladı, çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyükannem zaten okulda okumamı istemiyordu. Beni derhal okuldan çıkardı.” Mustafa Kemal bütün çocuklar gibi yaramazlık yapmış fakat hafız öğretmeni tarafından her yeri kanlar içinde kalacak şekilde dövülmüştü. Henüz 10 yaşındaydı ve bu olayın korkusuyla üç gün evden dışarı çıkamamıştı. Yaşadığı bu kötü olay onun okuldan soğumasına sebep olmadı tam tersine o babasını kaybetmiş fakir bir çocuk olarak kurtuluşunu okumakta görüyordu. Küçük yaşta olmasına rağmen annesinden gizli olarak askeri okul sınavlarına girmiş ve çağının en iyi eğitim veren okuluna gitmeyi başarmıştır. Aslında çocuklarımıza eğitim çağında Atatürk’ün çocukken tarlada karga kovaladığı bilgisinden çok, iyi bir eğitim alabilmek için ailesine rağmen gizlice sınavlara girmesi anlatılmalıdır.
Okul hayatı boyunca hep başarılı bir öğrenci oldu. Başarısının arkasındaki en büyük sır ise çok çalışmasıydı. En sevdiği ders matematikti. Sürekli matematik problemleri çözer öğretmeniyle sürekli matematik konusunda konuşurdu. Matematik öğretmeni onun matematiğe olan bu ilgisini ödüllendirmek için kendisine “Oğlum senin adında Mustafa benim de, bu böyle olmayacak arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun” diyecektir. Matematiğe ilgisi hayat boyunca sürdü. Daha sonraki yıllarda “Geometri” isimli bir kitap yazmıştır. Bugün kullandığımız üçgen, açı gibi matematik terimlerini Türkçe’ye Atatürk’ün kazandırdığını biliyor muydunuz?
Mustafa Kemal’in kaç yabancı dil bildiğini biliyor musunuz?
Matematik dersi iyiydi fakat Fransızca ile başı dertteydi. Sınıf kalabalık olduğu için öğretmen ilgilenmiyor fakat soruları yapamayınca da azarlıyordu. Başarılı bir öğrenci olan Mustafa bu dersteki açığını kapatmak için okul dışında da yoğun biçimde Fransızca çalışacaktır. Hatta iki üç ay gizlice Fransız Okulu’nun kurslarına gidip Fransızcasını bir hayli ilerletecektir. Daha sonra Almancayı da öğrenecektir. Biraz İngilizce ve Rumca da öğrenecektir.
Atamızın ilk yazdığı şiirin 1908 yılında Şanlı Ordu Dergisi’nde yayınlandığını ve 14 kitap yazdığını acaba bu satırları okuyan kaç kişi biliyordu. Nutuk dışında yazdığı eserleri ne yazık ki çok az insan biliyor. Hayatının her döneminde basının düşüncelerin yayılmasındaki önemini kavramış bir liderdi. Bu nedenle de öğrencilik yıllarından itibaren gazeteler çıkarmıştır.
Vatan sevgisi ve özgürlük fikri okul yatakhanesinde gizli gizli Namık Kemal’in eserlerini okumaya başlamasıyla pekişecektir. Osmanlı Devleti’nin durumu hiç iyi değildi. Yabancı gazetelerde Osmanlı Devletinin paylaşımı planları açıktan açığa yazılıyordu. Baskıcı yönetim bunu halktan saklıyordu. Her vatansever Türk genci gibi Mustafa Kemal’de ülkesinin dağılmasını engellemek için çalışmalar yapmaya karar verdi. Daha okul sıralarındayken okuduklarını binlerce askeri okul öğrencisine anlatmak için arkadaşlarıyla birlikte gazete çıkarmaya başladılar. Gazetenin yazılarının önemli bir bölümünü Mustafa Kemal yazıyordu. Baskı makineleri olmadığı için bu gazeteyi el yazısıyla çoğaltarak askeri okul öğrencilerinin okumasını sağlıyorlardı. Sınıf arkadaşlarıyla gizli toplantılar yaparak ülkenin kurtarılması üzerine planlar yapıyorlardı. İşte bu günlerde aralarına bir ajan girerek çalışmalarını hükümete bildirdi. Arkadaşlarıyla birlikte tutuklanan Mustafa Kemal iki ay bir hücrede tek başına tutuklu kaldı ve sorguya çekildi. Padişah tarafından Şam’da bulunan 5. Orduya sürüldü.
Örgütlenmenin önemini çok iyi biliyordu.1906 yılı ekim ayında birkaç vatansever arkadaşıyla birlikte Şam’da Vatan ve Hürriyet isimli bir dernek kurdu. Derneğin amacı ülkeyi kurtarmak için ortaya atılan fikirlerin yaygınlaşmasını sağlamaktı.
Cumhuriyet fikri çok gençlik yıllarında oluştu. 1907 yılında İttihat Terakki Cemiyeti’nin gizli toplantısında ülkenin kurtuluşunun cumhuriyetin ilanından geçtiğini ifade etmişti. 1918 yılında tedavi görmek için gittiği Karlsbat’ta tuttuğu günlükte “ Bir gün elime bir yetki geçerse ani bir darbeyle cumhuriyet ilan edeceğim” demektedir. O fırsat eline Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından ülkenin işgal edilmesinden sonra geçecektir.
İstanbul işgal altındadır. Padişah üzerine düşen görevi yapamamaktadır. Milletin geleceğini milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Bu görüş daha sonra Erzurum ve Sivas kongrelerinde de onaylanmıştır. Kongrede alınan kararlara ilave olarak manda ve himaye kabul edilemez denilerek hiçbir ülkenin sömürgesi olmayacağımızı ifade edilmiştir. Savaşı kazanmamızın sırrı nerededir biliyor musunuz? Karşınızda dünyanın en güçlü orduları en gelişmiş teknolojileri, silahları olsun. Savaşları teknoloji değil insanlar kazanır. Çanakkale Savaşında da döneminin en güçlü orduları en gelişmiş teknolojileriyle savaşmış ama kaybetmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı’nda kazandığımız tek cephe Çanakkale’dir. Çünkü oradaki genç komutan Mustafa Kemal askerlerine ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum demiştir. Askerleri ölmüştür. Ama dünya tarihinin en şanlı zaferi kazanılmıştır. Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nda da aynı yöntemi uygulayacaktır. Bizim kurtuluş savaşımızın parolası “Ya Bağımsızlık, Ya Ölüm”dür. Atatürk ve Türk milleti dönemin en güçlü ordularına Çanakkale zaferinden 5 yıl sonra yine kafa tutmaktadır. Ya bağımsızlığımızı kabul edersiniz ve ülkemizi işgalden vazgeçer bağımsızlığımızı tanırsınız. Ya da son insan öldüğü gün bu savaş biter. Hiçbir ordu bir milleti yok edemeyeceği için savaş kazanılmıştır. Bugün Filistin, Irak haklıda güçlü ordulara karşı savaşlarında Mustafa Kemal’in yöntemini uygulamaktadır. İşgali kabul etmeyerek mücadele vermektedir.
Savaş bittiği günlerde Atatürk “Asıl savaşımız şimdi başlıyor” diyerek toplumu yüzyıllardır kemiren saltanat ve hilafete son vermeyi hedefliyordu. Ayrıca yakılan yıkılan bir ülkenin yeniden inşa edilmesi, fakir halkın zenginleştirilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Türkiye’yi çağdaşlaştırmak için bir dizi devrim hareketine girişirken çıkarları bozulanlar hep tepki gösterip ayaklanma çıkaracaklardı. Mustafa Kemal’e İzmir’de bir suikast girişimi bile gerçekleştirecektir. Bu suikasttan sonra “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.” demiştir.
Cumhuriyet dönemi birçok devrim kanunu yoğun çalışmaların sonucu gerçekleşirken Atatürk’ün sofrası bu düşüncelerin olgunlaştırıldığı mekanlar içinde önemli bir yere sahiptir. Günümüzde bazı kendini bilmezlerin ifade ettiği gibi içki içilen bir yer değil, yemek ortamında insanların daha rahat düşüncelerini ortaya koyacakları bir mekandı. Hangi kanun üzerine çalışmalar yapılıyorsa ülkede o konunun tüm uzmanları bu sofraya davet edilir görüşleri alınırdı. Şükrü Tezer “Çoğu geceler bilim adamları hazırladıkları raporları okur, konferanslar verirler; bunlar üzerinde tartışılır; bazen yabancı uzmanların görüşleri alınır; gündeme göre yöneticiler, eğitimciler, sanatçılar, askerler, hatta din adamları davetliler arasında yer alırlardı.
O sofralarda geçirilen saatler Atatürk için mutluluktu; bilim ve sanat adamlarıyla sürdürdüğü tartışmalar, kendi deyimiyle” ruhunun yegane gıdası” idi. Oraya çağrılan herkes düşüncelerini özgürce açıklar, bir yandan notlar alınır, belgeler, bilgiler getirilir, gece yarısı uzmanlar çağrılırdı. Bir bakıma devrimlerin ana dokusu orada işlenir, bütün yeniliklerin ön çalışmaları orada yapılırdı.” demektedir.
KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ
Boyu 1.74 idi. Hayatın son yıllarına kadar 76 kiloydu. Fakat hastalığını ağırlaştığı dönemlerde 46 kiloya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabılar giyerdi. Hayatının her döneminde şık olmaya özen gösterdi. Savaş meydanlarında çektirdiği fotoğraflarında bile son derece şık ve temizdir. Hayatı boyunca hep beyaz gömlekler giydi. Gömlekleri ilk yıllarda İsviçre’de özel olarak dikilirdi. Fakat daha sonra yerli malı kampanyasına öncülük etmek için hep kendisi çizerdi. Lacivert takım elbise giymeyi pek sevmezdi.
Cumhuriyetle birlikte halkından da aynı şekilde şık ve güzel giyinmesini istedi. Toplumla bütünleşen bu liderin isteği halkı tarafından da kabul gördü. Yaşam biçimleriyle birlikte toplumun giyim tarzı da değişmeye başladı. Cumhuriyet kuşağı giyim konusunda da Atatürk’ü izledi. Şapka kanunu buna en güzel örnektir. Şapkayı ilk Kastamonu gezisi sırasında takmıştır. Kastamonu halkı onu ilk kez görecekti. Kastamonulular Atatürk’ü şapka ile gördükten sonra şapka takmışlardır. Daha sonra bu kanunlaşmıştır. Atatürk’ün en önemli özelliği kadınların kıyafetlerine hiç dokunmamıştır. Kadınların giyimi ile ilgili hiçbir kanun yoktur. Fakat Osmanlının kadını zorla çarşaf içine sokan yasaları cumhuriyetle birlikte ortadan kalkınca kadınlar çarşaflarını çıkarmışlardır. Ne dersiniz bugün İran’da kadınların kapanması zorunluluğu ortadan kalksa kadınlar hemen çarşaflarını atmazlar mı? Bu sorunun yanıtını merak ediyorsanız Havaalanında İran’dan gelen uçaklara bakın kadınlar çarşaflarını çıkararak inerler özgür Türkiye’ye… Özgürlüklerimizin kıymetini bilelim ve onları koruyalım.
Düzen takıntısı vardı. Gittiği her yerde de eğri duran eşyaları düzeltirdi. Bu takıntısı belki ülkesini yönetimine de yansımıştı. Çünkü köhnemiş ne kadar eski kurum varsa ortadan kaldırdı. Çağdaş Türkiye’yi inşa etti.
Atatürk’ün en sevdiği yemek belki birazda yatılı okulda kaldığı dönemlerin alışkanlığı kuru fasülye ve pilavdı. Tatlıyı pek sevmezdi. Ama canı tatlı isteğinde gül reçeli yemeğe bayılırdı.
Hayvanları çok severdi özelliklede atları. Bir gün yeni doğmuş bir tayla annesini misafirlerin görebilmesi için Çankaya Köşkü’nün salonuna getirtmişti. Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpeklerdi. Fox adını verdiği köpeği, yatağının ucunda uyurdu. Kuşları da çok severdi. Çankaya Köşkü’nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı güvercin beslerdi.
Spora önem verirdi. Özellikle ömrünün son yıllarında Florya plajını keşfedecektir. Orada denize girmeyi halkla birlikte olmayı çok severdi. Bilardo ve tavla oynamaktan zevk alırdı. Güreşleri severek izlerdi. Asker pehlivanları köşke çağırtır, güreş tuttururdu.
Mustafa Kemal’in bir sinema filminde oynadığını biliyor muydunuz? Evet Cezmi Ar’ın çektiği filmde başrol oynamıştır. Oyunculuğunun yanında birde senaryo denemesi vardır. 1937 yılında “Ben bir İnkılap Çocuğuyum” isimli senaryoda kendisi başrol oynamak istemektedir. Fakat 1937 yılında yazdığı bu senaryonun çekimi hastalığının artması nedeniyle gerçekleşemeyecektir.
Atatürk sinemaya çok önem verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Gelecekte sinemanın toplum üzerinde oldukça etkin bir sanat olacağını vurgulamıştır. Bugün ne kadar haklı olduğunu görüyoruz
VASİYETNAMESİ:
Atatürk 1937 yılında bir vasiyetname hazırladı. Çiftliklerini hazineye bir kısım taşınmaz mallarını da Ankara ve Bursa Belediyesi’ne bağışladı. Mirasından kız kardeşine, manevi çocuklarına, İsmet İnönü’nün çocuklarının okul masrafları için pay ayırdı. İş Bankası hisselerinden Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne de pay ayırdı. Öldüğü zaman arkasında büyük bir servet bırakmadı. Milletinden aldığını yine milletine bağışlayan büyük bir liderdi. Arkasında zengin kardeşler, çocuklar akrabalarda bırakmadı. Mallarını millete bağışlaması sürecinde verdiği demeçte şunları söylemiştir. Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle, büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!” demiştir.
Atatürk’ün sadece bedeni 10 Kasım 1938’de aramızdan ayrıldı. Saat 09.06’da karşı devrim harekete geçti. Oysa unutulan Atatürk hep bizimle, bu coğrafyada yaşayan herkes Atatürk’ün ülküsünü yaşatmaya devam ediyor.