Malum Ak Parti İzmir'de değişim rüzgarları esiyor. Genel Merkezin talebiyle üç ilçe başkanı yönetimleriyle birlikte istifa etti. En başta Bayraklı ve Karabağlar gibi Ak Parti ile ilçe hüviyeti kazanan iki ilçe başkanının istifa etmesi de manidar. Bu vurguya daha sonra yeniden bakalım. Ancak dikkatimi çeken başka bir şey daha var;
Doğal olarak, bu ilçelerde uzun süredir sıranın kendisine gelmesini bekleyenler hemen harekete geçti.
Siyasette bu tür hareketleri doğal karşılamak lazım.
Siyaset yapmak isteyen kişilerin bu tür zamanlarda görevi veya koltuğu istemesi, bunun için bazı manevralar yapması siyasetin bir gerçeği olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak İzmir'de hemen göze çarpan bir durum var. Genel Merkezin, sessiz sedasız, ince dokuyup sık eleyerek, bir çalışma yaptığını görüyoruz.
Fakat, Genel Merkezin yürüttüğü bu süreci beklemeye sabrı yetmeyenler var. Hatta bunun da ötesinde Ak Parti'nin gölgesinde iş yürüten çıkar lobileri hemen kendilerini ortaya atıverdiler. Öyle ya Ak Parti'nin İzmir metropolde en güçlü olduğu iki ilçeye, mutlaka onlardan birisinin atanması lazım ki işleri sekteye uğramadan yürüsün...
Bu lobinin ilk hamlesi de basın üzerinden bazı isimleri piyasaya sürmek oldu.
Böyle bir süreçte güya Genel Merkeze "siz isim arama zahmetinde bulunmayın, işte olabilecek isimler burada" mesajı veriliyor. İşin komik yanıysa bu hamleyi kendilerini gizleyerek, çaktırmadan yaptıklarını sanıyorlar. Oysa başını kuma gömen deve kuşu misaliler de haberleri yok.
Öne sürülen isimlere baktığınız da ise hepsi daha önce denenmiş ve bir çoğu da maalesef başarısız olmuş kişiler.
Kimi defalarca seçim kaybetmiş, kimi kendi mahallesinde delege dahi seçilmeyi başaramamış kişiler... Ve şimdi bunlar Genel Merkez'in önüne seçenek olarak sunuluyor.
Bu durum bana 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ile ortaya çıkan bir FETÖ taktiğini anımsatıyor. Hani yaver seçecek komutanın önüne hepsi de FETÖ'cü olan 3 isim sunuluyor muş ya! Seç-beğen-al... Nasıl olsa hangisini seçse de sonuç aynı yere çıkacak... İzmir'deki lobinin taktiği de buna benziyor.
Ama sormak lazım;
Ak Parti, İzmir'de bu kadar çaresiz mi?
Ak Parti, İzmir'de hep kötüler arasından iyiyi bulmaya mahkum mu?
Neden birileri ısrarla bunu empoze etmeye çalışıyor?
Neden Ak Parti'nin kuruluşundan bugüne sessiz sedasız, ama büyük fedakarlıklarla çalışan binlerce teşkilat mensubunun üzeri doğrudan çiziliyor?
Burada kimin veya kimlerin lobisi devreye girdi?
Piyasaya sunulan isimlerin hangi siyasi aktörlerle doğrudan veya dolaylı yoldan bağlantısı var?
Bir kez daha söylüyorum:
Ak Parti, İzmir'de kötünün iyisine mecbur değil,
Ak Parti İzmir'de çaresiz ve çözümsüz değil!
Ak Parti'nin İzmir'de başarılı olma, kabuğunu kırma şansı hiç bu kadar yüksek olmamıştı.
Dolayısıyla Ak Parti İzmir'de yeniden yapılanacaksa; bu cesaretle, bu vizyonla şekillenmelidir.
Temcit pilavı gibi her seçimde, her boşalan koltukta öne sürülen kişilerle değil!