10 Ocak çalışan gazeteciler günü olarak ülkemizde kabul görmekte ve kutlanmaktadır.
Oysa gazeteciliğin pek kutlanacak bir günü olmaz.
Gazeteci toplumun çıkarları için legal ve illegal güçlerle çatışan, çarpışan meslek erbaplarıdır.
Bizim kuşak, gazeteciliğin kutlama gerektirecek kadar iyi koşullarda olduğu bir dönem hatırlamıyor.
Bize mesleği öğreten duayen ağabeylerimiz, ablalarımız da bize kutlama ile anılabilecek bir anı, hatıra, olay aktarabilmiş değiller.
Ancak bunun yerine mesleğini yaparken ve sadece mesleğini yaptığı için öldürülmüş onlarca gazeteci biliyoruz. Türkiye Gazeteciler Sendikasının web sitesine girdiğinizde de ne yazıkki 'Öldürülen Gazeteciler' başlığı ile bir bölüm görmektesiniz.
Yıl 2020, dünyada ve Türkiye'de çok şey değişse de gerçeğin peşinde olan, halkın hak ve hukuku karşısında meşru olsun olmasın her türlü güçle mücadeleye giren gazeteciler, ölmeye, mahkum olmaya devam ediyor.
Maalesef, bugüne kadar sahip olduğumuz deneyimler, bu acı listenin çoğalmaya devam edeceğini gösteriyor.
Ve maalesef, sosyal medyada devriminin yaşandığı günümüzde, medya ve medya çalışanları, uğruna hayatlarını harcadıkları kamuoyu, yani halk tarafından da terk edilmiş ve yanlız bırakılmışlardır.
Bu son cümlemle birlikte binlerce eleştirinin geleceğinin farkındayım. Bütün gazeteciler temiz mi? Gazeteciler mi önce halkı terk etti, halk mı önce gazetecileri terk etti sorunsalına girebiliriz ama sanırım bu 'yumurta-tavuk' meselesine döner ki, sonu yok.
Ancak sonuç önemliyse, ben o sonucu söyleyeyim, halkı tarafından terk edilen, yanlız bırakılan gazeteciler, ya kendi istek ve tercihleriyle ya da mecburen güç odaklarının ellerine geçerler ve halk nefes alabildiği, güce karşı direnç sağlayabildiği tek mecrayı da kaybetmiş olur.
Basın bu açıdan bakıldığı zaman son kaledir. Son burçtur. Basın ele geçirildiğinde, artık ne hak ne hukuk ne demokrasi ne de insan hakları konusunda hiç kimse emin olamaz.
Bazen çok haklı nedenlerle basını suçlayan insanlar olur, emin olun haklıdırlar. Emin olun saydıkları gerekçelerin hepsi doğrudur. Bu sayılan gerekçelerin çoğu da basının yandaşlığı, güce esir olması, güce tapması vs ile ilgili olur.
Ben de bir tek şey söylemek istiyorum, hükümetten veya başka bir güç odağından baskı gören bir gazeteciye, bir basın kuruluşuna destek olmak, basının özgürlüğünü savunmak, basını güç odaklarının elinden kurtarmak, sizin zannettiğiniz kadar güç değil.
Bugün baskı gördüğünüze inandığınız bir gazeteden ertesi gün 5 milyon kişi birer adet satın alsa... Bu onu ele geçirmeye çalışan güç odağı için korkunç bir cevap olur. Hatta günümüzde bu daha da kolaydır, bir lira verip gazete satın almanız dahi gerekmez.
Bir gazetecinin yanında olduğunuzu hissettirmek için web sitesine girip iki haber tıklamanız yeterlidir. Düşünün herhangi bir gerekçe ile herhangi bir güç odağından baskı gördüğüne inandığınız gazete veya gazetecinin internet gazetesine giriş yapıp, iki haber okumak sizin bir iki dakikanızı alır.
Ancak bu baskıyı hisseden yada bu baskıya maruz kalan bir gazetecinin o anda yada ertesi gün gazetesine ait web sitesinde milyonlarca tık görmesi veya gazetesinin milyonlarca adet satın alınması inanın herkese verilecek en güzel cevap olur.
O zaman ne gazeteci mesleğine ihanet edebilir ne de hiç bir güç basını baskı altına almaya cüret eder.
Yani işin özü şu, basın kötü dahi olsa sahip çıkın, kötü olmasına dahi izin vermeyin. Çünkü basın kötü olduğunda yada yok olduğunda sizin tüm özgürlükleriniz de yok olur!