Malum ülkemizin gündemi deprem… Hatta mümkünse birkaç yıl hep gündemimiz deprem olsun. Olmalıdır da… Zira 1999 Marmara depremini hakkıyla gündemde tutup, ders alsaydık, bugün bu sonsuz acıyla sarsılmaz, on binlerce canımızı kaybetmezdik.
Hakkını yemeyelim, İzmir Büyükşehir Belediyesi de İzmir’deki ilçe belediyeleri de deprem bölgesine yönelik çok ciddi, çok hayati çalışmalar yaptılar. Hiç birisinin hakkı ödenmez.
Depremin daha ilk gününden arama kurtarma ekiplerini bölgeye gönderen belediyelerimiz de var, bizzat kendisi giderek daha ilk günden beri deprem bölgesinde çalışan Belediye Başkanlarımız da var. Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç gibi yolda saatlerce karda mahsur kalanı da oldu…
2020 yılında acı bir deprem atlatan İzmir’in yapı stoku olarak olmasa da arama kurtarma ekipleri bakımından veya hemen koordine olma anlamında ciddi bir yol kat ettiğini gördük.
İzmirli belediye başkanlarını bir biri ile yarıştırmak haddime değil! Zira CHP’lisi, AK Partilisi, MHP’lisi, İyi Partilisi her belediye başkanı üzerine düşeni fazlasıyla yaptı ve yapmaya da devam ediyorlar.
Zaten İzmir Belediyelerinin depremde neler yaptıklarını, nasıl hareket ettiklerini, çabalarını tarihe not düşmek için bir yazı dizisi ile sizlerle paylaşacağım.
Ancak bugün başka bir konuya değinmem lazım... Bornova Belediye Başkanı Dr. Mustafa İduğ’un kurduğu birkaç cümle için linçe uğramasına razı olmak, bir haksızlığa sessiz kalmak demek olur.
Aslında Sayın İduğ’un o cümlelerini bence her belediye başkanının, her kamu yöneticisinin çok iyi düşünmesi ve irdelemesi gerekiyor.
Zira ülke olarak depremlerden çok acılar çektik, çok büyük kayıplar verdik ve vermeye de devam ediyoruz. Daha da kötüsü maalesef, üzülerek yazıyorum ki kayıplar vermeye de devam edeceğiz… Hepimiz ülkemizin çok önemli deprem fay hatları üzerinde bulunduğunu ve depremin kendine özgü bir sistematik içinde bu faylar üzerinden tekrarlayacağını biliyoruz.
Bu durumda eğer öz eleştiri yapmazsak, eğer gerçekleri olduğu gibi görmezsek, gerekli önlemleri alamayız ve 1999 depremi gibi 6 Şubat depremi de gün gelir unutulur, gündemden kalkar ve biz yeniden kafamızı kuma gömeriz.
Şimdi Sayın İduğ’un meclis toplantısında kendi meclis üyeleri için yaptığı değerlendirmede kullandığı o sözlerini yeniden alıntılayayım:
“Dünyada böyle bir deprem olmamış. Kimse kusura bakmasın, kimse devletimize laf atmasın, yetişilemezdi. Öyle bir hasar var ki orada hiçbir şekilde yetişmek mümkün değil. İstediğiniz kadar arama-kurtarma ekibi getirin yetişemezsiniz. Ana caddelerde bütün binalar yıkılmış, ara sokaklarda mahalleler kaybolmuş.
Şimdi, Hatay'da 153 bin bağımsız ev var, 129 bini yıkılmış. Kalan 20-25 bininde de oturmak mümkün değil, içine giremezsiniz. Tam 18 milyon metreküp moloz var. Bu molozların altında binlerce ölen ve tespit edilemeyen kimlikler var. Bugün o molozları almaya kalksanız 1 milyon adet kamyona ihtiyacınız var. Nasıl bir hasar olduğunu düşünün."
Bu sözleri alıp hükümetin lehine veya muhalefetin aleyhine siyaseten değerlendirmek, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Bu sözler doğrudur. Bunu deprem bölgesine giden, deprem bölgesini havadan gezen veya Google Earth uygulamasına girip 11 ildeki o yıkımları yukardan bakıp inceleyen herkes bizzat kendisi de görür.
Ben de Sayın İduğ’un o sözlerine tümüyle katılıyorum. Ancak Sayın İduğ bir şey daha söylüyor. Diyor ki, ‘hazırlıklı mıydık, değildik, müdahalede geç kalındı mı kalındı’. İşte burası tüm konuşmanın en önemli noktası…
Eğer bu son cümlesi değil de siyaseten kullanılabilecek olan ilk cümleleri yazılıp çiziliyorsa, sadece o sözler tartışılıyorsa burada iyi niyet yok, siyasi çıkarcılık var demektir.
Kaldı ki kullandığı ilk cümlelerde de asla yalan yok. Yıkım gerçekten çok büyük ve o yıkıma hiçbir ülke çok etkili ve yeterli bir müdahaleyi yapamaz.
Konuşmasının bu kısmını zaten herkes niyetine göre tartıştı, tartışmayı sürdürüyor.
Benim esas önemsediğim nokta şu; biz Cumhuriyet tarihi boyunca depremlerden hep çok acı çektik, çok büyük kayıplar verdik. Ama hiç ders çıkaramadık… Ama bu yıkımları, bu kayıpları önleyecek yapı önlemlerini hiç alamadık.
1999 yılı büyük depreminin ardından 2000 yılında bir yapı yönetmeliği çıkarıldı. Eğer ülke olarak samimi olsaydık, bilinçli olsaydık, öngörülü olsaydık, aç gözlülük yapmasaydık. Bugün 11 ili vuran depremlerde bu denli büyük kayıplar vermezdik.
Bu şehirlerimiz yerle bir olmazdı, on binlerce insanımız ölmez, yüz binlerce insanımızın geleceği kararmaz, ülkemiz de bu denli ağır bir yükün altında kalmazdı.
Lütfen gelin hep birlikte bu günahı üstlenelim ki yarınlarımız yine böyle yıkımlarla hepimize zehir olmasın!
Çünkü bu depremlere hazırlık olmamak esas meseledir ve bu meselede hükümetiyle, belediyeleriyle, müteahhitleriyle, sivil toplum örgütleriyle, meslek odalarıyla ve hatta medyası ve inşaat sektörüne öyle yada böyle dokunan her vatandaşıyla hepimizin suçu var.
Ya da buyurun gerçeklere gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıp, depremi siyasete malzeme yapalım ve kafamızı kuma gömüp bir sonraki büyük felaketi beklemeye devam edelim!
Bu vesileyle 30 Ekim 2023 İzmir depreminden sonra yazdığım bir değerlendirmeyi de yeniden sizlerle paylaşmak istiyorum.
O köşe yazımın linkini tıklayıp, okuyabilirsiniz?
İZMİR DEPREMİNDE GÖRDÜĞÜM GARİPLİKLER ÜZERİNE...