Menemen, malumunuz İzmir’in arka bahçesi gibidir. Belki onlarca yıldır bu nedenle de ihmal edilmiştir. Türkiye’nin büyük bir kısmı Menemen’i o müessif olayla, yani Kubilay’ın şehadeti ile hatırlamaktadır.
Oysa Menemen, bugün o müessif olayla hiçbir şekilde bağı, bağlantısı olmayan yaklaşık 195 bin insana ev sahipliği yapıyor. 195 bin Menemenlinin elbette iyilikle, güzellikle anılmaya, pozitif yönleriyle ön plana çıkarılmaya hakkı var.
Menemen, sadece İzmir’in değil, belki Türkiye’nin gıdasını üreten ovasıyla, emektarlarıyla, marka olabilmiş Emiralem çileğiyle de anılmalıdır.
Geçen hafta gördük ki aslında, Menemen’in öyle kimsenin himmetine ihtiyacı da yok. Zaten kendi dinamikleri üzerinden dünya vitrinine çıkmaya çoktan hazır.
Menemen, her şeyden evvel medeniyetin startını veren çömlekçiliğin başkentidir. Yaklaşık 6 bin yıldır çömlek üretim merkezlerinden biri olarak, medeniyet yolculuğumuzda zaten önemli bir yere sahiptir.
Ancak, Cuma günü şahsen benim fark ettiğim nokta şu oldu; Menemen çömlekçiliği tarihin tozlu raflarında kalmamış.
Menemen’de çömlekçilik günümüze hatta geleceğe çoktan taşınmış. Menemen’in çömlekçiliği, Çanakkale – İzmir yolunu kullanırken, yol üstünde gördüğümüz birkaç çömlek ve aksesuardan ibaret değil.
Menemen Belediyesi’nin 1. Uluslararası Çömlek Festivalinde gördük ki, Menemen bugün dünyanın her yerinde kullanılabilecek kalite ve tasarımda eserler üretiyor.
Menemen, çömleği mutfağa uyarlamış, Menemen çömleği iç ve dış peyzaja uyarlamış… Menemen, çömleği müziğe uyarlamış, çiniye uyarlamış, görkemli heykellere, sanat eserlerini kıskandıran devasa vazolara ve daha adını sayamadığım modern dünyanın her yerinde sergilenmeye hazır binlerce ürüne uyarlamış.
Yani Menemen, dünya vitrinine çoktan çıkmış. Belki eriştiği bu parlak durumu daha fark edilir kılmak için bir cilaya ihtiyaç vardı. Sağ olsun onu da Menemen Belediyesi yapmış oldu.
Tabi insanı üzen tarafı, bu kadar niş ürünler aynı zamanda da modern tasarımlar ortaya koyabilen, 6 bin yıllık bir kültürün yaşadığı Menemen’de ilk kez bir çömlek festivali yapılmasıydı. Neden şimdiye kadar Menemen’i biz bu güzelliklerle anmadık.
Neden binlerce yıldır nesilden nesile aktarılarak gelen bu değerli kültür mirasını, biz daha önce dünya arenasına taşıyamadık?
İtalya’nın onur konuğu olduğu daha ilk organizasyonda 18 ülkenin çömlek ustalarını, emektarlarını, akademisyen ve meslek duayenlerini Menemen’de görmek, işte bu anlattığım potansiyelin yansımasıydı.
Bunu başaran Menemen Belediye Başkan Vekili Aydın Pehlivan’a ve bu organizasyonda emeği geçen her bir bireye ayrı ayrı teşekkür ederim.
Fuar alanını gezdim, stantlardaki ürünleri tek tek inceledim, üreticilerle konuştum. İnanın, dünyanın en fakir hanesinden en zengin hanesine kadar çok geniş bir yelpazeye hitap eden ürünler gördüm.
Bugün akılcı bir yöntemle Menemen çömleğini dünyaya tanıtabilsek, sadece Türkiye değil, tüm dünya Menemen’in o sanatsal yüzüyle tanışacak.
Festivalin ilk gün finalini ise Anadolu Medeniyetler Korusu yaptı. Müzik ile fuarın konsepti o kadar iyi örtüştü ki, konseri dinleyen herkes gibi ben de Anadolu’nun o renkli tarihinde kısa bir yolculuğa çıktım.
Anadolu, medeniyet demek, hoşgörü demek, çok kültürlülük demek… Anadolu, insanlığın ilk evi, ilk yurdu, doyduğu, düşündüğü, hayal kurduğu; hayalini çamurla somutlaştırdığı ilk medeniyet sahnesi demek…
O yüzden Anadolu Medeniyetler Korosu’nun Mehter Marşı ile ‘İzmir’in dağlarında çiçekler açar’ı harmanladığı parça o kadar çok şey anlatıyordu ki…
Bir kez daha anladım ki Anadolu’muzun külleri dahi binlerce medeniyeti yeniden ayağa kaldırmaya yeter de artar bile… Yeter ki kendi özümüze güvenimiz olsun.