İzmir, tarihinin en ağır depremlerinden birini yaşadı. 116 canını yitirdi. 2 binin üzerinde kişi yaralandı... 10 binin çok üzerinde insanın hayatı etkilendi, yaşam düzeni bozuldu.
İzmir depreminde gördük ki; bu ülke depreme dayanıksız yapıları dönüştürme konusunda başarılı olamasa da deprem ve afetlere müdahale kapasitesini oldukça iyileştirmiş ve çok şükür vatandaşını böyle kötü günde kimsesizliğe, çaresizliğe mahkum etmiyor.
Elbette bu kadar ağır bir afetin, tüm yaralarının sarıldığını, geride hiç bir sorun kalmadığını iddia etmiyorum.
Ülkemizin devlet kurumları ile sivil toplum örgütleriyle, yerel yönetimleriyle deprem ve afetlere müdahale kapasitesinden söz ediyorum. Gerçekten de depremin üzerinden saatler geçmişti ki binlerce profesyonel arama kurtarma ekibinin, İzmir'e geldiğini, organize olup enkazlar başında çalışmaya başladığını gördük.
Büyük bir sınav verildi, büyük gayretler sarf edildi.
Nihayet dün akşamki bakanlar kurulu toplantısının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu çalışmalara dikkat çekti. AFAD'a, sivil toplum örgütlerinin arama kurtarma timlerine, sağlık arama kurtarma timlerine, depreme ilişkin çalışmaları yürüten ona yakın kurum ve kuruluşa, isim vererek teşekkür etti.
Benim dikkatimi çeken ve beni üzen bir ayrıntı vardı, Cumhurbaşkanı Erdoğan; ne İzmir Büyükşehir Belediyesine ne de ilçe belediyelerine teşekkür etmedi. Oysa hem İzmir Büyükşehir Belediyesi, Başkan Tunç Soyer'den başlayarak en alt kademedeki personeline kadar, hem Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal, belediyenin tüm birimleri ile hem de İzmir'in neredeyse tüm İlçe Belediye Başkanıları ile bu belediyelerin ekiplerine kadar sahadaydılar...
Çok da yoğun çalıştılar, çok da uykusuz kaldılar, çok da emek verdiler. Keşke siyasi bakış bu saydığım kişilere de teşekküre mani olmasaydı da Cumhurbaşkanı, bu kurumlarında adını sayarak kuru da olsa bir teşekkür etseydi.
Biz gazeteciler mi olaylara çok romantik bakıyoruz, yoksa siyaset mi gereksiz bir sertliği alışkanlığa dönüştürmüş bilemiyorum.
Deprem üzerinden hükümet ve yerel yönetimlerin ilişkisine konu gelmişken; malum depremin üzerinden daha saat geçmeden merkezi hükümet Valilik bünyesindeki sosyal yardımlaşma vakfına ve benzer kamu kurumlarına depremzedelerin acil ihtiyaçları için kullanılmak üzere 20 milyon liranın üzerinde ödenek çıkardı.
Son güncel rakamı takip etmesem de bu rakamların bir hayli arttığının da farkındayım. Fakat depremi kendi evinde yaşayan ve doğal olarak çok büyük harcamalar yapmak zorunda kalan İzmir Büyükşehir Belediyesine veya doğrudan ilişkili olan Bayraklı ve Bornova ilçe belediyelerine bir kaynak aktarılmadı.
Sadece çok sonradan Bayraklı Belediyesine sözlü olarak 1 milyon liralık bir yardım sözü verildiğini öğrendim.
Zaten pandemi dolayısıyla bütçe dengeleri sarsılan İzmir Büyükşehir Belediyesine ve ilçe belediyelerine bu afette özgü bir kaynak aktarılmalıydı.
Devlet mantığının bu tür zamanlarda siyasi mantığın önüne geçmesi gerekir. Burada farklı partilere mensup olmayı bu kadar ciddi bir ayrımcılığın konusu yapmamak gerekirdi.
Zira CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yüce ile CHP İzmir Milletvekilleri, Giresun'daki sel felaketini örnek göstererek devletin İzmir ve Giresun yerel yönetimlerine farklı yaklaşımlar sergilediğini de ortaya koydular.
Bunlar doğru şeyler değil. Siyasetin yapılmaması gereken zamanlardan biri de işte bu afet zamanlarıdır. Yoksa merkezi hükümetin kullandığı da, yerel yönetimlerin de kullandığı da özünde milletin parasıdır, halkın parasıdır.