Teknolojik insanlarız her an eror vermeye meyilli. Et kemik mekanikleşebiliyor da ruhta mi programlı? Teknolojinin artılarının yanı sıra bizden neler götürdüğünü hesaplarsak belki de gaz lambası dönemi en aydınlık dönem.
Hayat kolaylaştıkça hastalıklar artıyor. Kanserin ne kadar yaygın olduğu ve gelişen tedavi yöntemleriyle beraber artan ümitler yine de dolup tasan hastane odaları. Suçu havaya suya GDO'su ile oynanmış gıdalara atsak da asıl sorumlusu duygu katili biz değil miyiz?
Yaşam standartları iyileştikçe hastalık çeşitleri de değişen insanların şifayı kendilerinde aramaları gerektiği çok mu hayalci bir yaklaşım acaba?
O zaman Einstein'nin da hayalciliği ile bilime neler kattığını inkar etmiş sayılmıyor muyuz? En zeki insanların hayal gücünü kullanmaları yada çocukların daha mutlu ve çabuk öğrenir olmaları ne ile açıklanır? Olumlama yapan kişisel gelişim uzmanları bu duruma dair kitaplar vs. Bunların hepsi kişinin kendinde.. Tasavvufta şöyle bir inanış var: insan hayatında affedemediği şeyleri ömrünün bir yerinde kanser olarak yaşar. Şöyle bir bakınca etrafa gerçekten öyle demekten kalamıyor insan! Sanki biz hiç hata yapmıyoruz gibi kinle yaşıyoruz. Yolda yürüyen insanların çoğunun sırtındaki görünmez kambur...
Kimi arkadaşını, kimi komşunu kimi ailesini yada kendini affedemediği duygularla acınası bir hamal. Affedici olmak şifa bulmanın en kolay yolu. Bu kadar basit bir yaklaşımla kanserden korunmak ne kadarda kolay. Duygu insanı olmakla başlamalı belki de…
İyi insanlar ne insana ne hayvana ne de kendi nefsine zulmetmezler. Belki de her sorunun başı nefsine zulmetmek. Teslim olmak olanı kabullenmek yalnız olmadığımızı bilmek en büyük özgürlük. Tabi bazı kelimelerin nasıl anlaşıldığında da bağlı bir çelişki durumu da yok değil. Yalnızlık nedir yalnız olabiliyor muyuz yada yalnızlık nasıl yaşanır? Düşünen insan sorgulayan insan kötü olamayacağı gibi çağın evlevi boyutuna çıkıp zaten dünyalık sorunlardan uzaklaşmış olmaz mı?
Ne sevmeyi biliyoruz nede sevilmeyi... Evlat sevgisini taparca yaşıyoruz yada sevgiliye aşkı…
Bizim sanıp üzerinde her türlü hakka deyise sahip hissedip öfkeleniyoruz, kırıyoruz, şiddet uyguluyoruz. Sonra seviyoruz sanıp kendimizi mantıksızca savunuyuz. Özünde bizim olmayan şeyleri sahiplenmekte başta hata yapıyoruz büyükler der ya " varlık arttıkça dertte artar" sonra bakmışsın dert dağısın…
Bu duruma çok yönlü bakmak. Ne kadar az sahiplik o kadar huzur. Özgür bırakmak insanları, duyguları, zamanı, olanı, olmayanı...
Komşu sorun çıkartır en sert halimizle belki de küfürle yaklaşıp sorunu çözmeye çalıştığımızı sanıp öfke saçmıyor muyuz? Anne baba sanki hata yapamazmış gibi çok şey beklemiyor muyuz? Dosttan gelen ağır sözü defalarca tekrar edip beynimizde, kin duygularını sabit olan bir şeye karşı biz çoğaltmıyor muyuz?
Uğraşımız azaldıkça dertlenmeye daha çok vakit kalıyor yada her şeyi sanal yasadığımız için duygu sapmaları yaşıyoruz. Hal hatır sormayı tuşlara öpüşmeleri imojilere, dargınlığı engelle butonuna bırakmıyor muyuz?
Teknolojiyi duygudan uzak tutmak mümkün değilse de kendi doğamıza uyarlamak mümkün gibi…
Hepsinden önce herkesi affederek ve karşılıksız severek başlamak, etin kemiğin toprağa karışacağı yok olmayanın ruh olduğunu, ruhun iyileştirilmesinin her şeye iyi geleceğini kabul ederek doğasıyla oynanmamış duyguların şifa ve mutluluk vereceğine inanarak derdim dahil her şeyi kabul ediyorum demek o kadar da zor değil sanırım.
Bu garip gibi dursa da evet insan derdini de kabul etmeli. Hatta küçük yaşta bunu öğrenmeli. Hani şimdi her sıkıntıdan çocukları uzak tutuyoruz ya aman üzülmesinler mutlu olsunlar... Üzülmeyi bilmeyen mutlu olmayı da bilemiyor maalesef. Çocuk acıyla sıkıntıyla tanışmadı ki! Yarın zorda kaldığında yapacağı ilk şey kaçmak ya da zarar vermek. İnsan acıyı da kabullenmeli. Hani şarkıda diyor ya acıyı sevmek olur mu? Bal gibi de olur. Hem de acı bal olur en şifalısından... Kabullenmek ve biteceğini bilmek zaten sorun iptal tuşu gibi bir şey. Ben sorun iptal kısmında değilim de bu durumu başka bir boyutta yaşayabilir miyiz? Yada güncel deyişle level oluşturabilir miyiz? Maneviyatı güçlü tutmak önemli. Düşünsenize yüce Allah bizimle doğrudan iletişim kuruyor bir çok ayette de tekrarlıyor "..düşünen insan için bunda çıkarılacak çok şey var." Bu mesajı neden hala almıyoruz?
Güzel yaşamak, güzel insan olmak, güzel şeyler yapmak, güzel gitmek, güzel anılmak bunların hepsi için manevi bir detoksa ihtiyacımız var. O sözü hayatımıza başlık edinmek" iyiliğe iyilik her kişinin kötülüğe iyilik er kişinin işi " her yeltendiğimiz de değişmeye detoksumuza tuz katarcasına döndürmeye çalışanlar onlar bizim küçük öğreticilerimiz. En zor durumda yapıyoruz yanlışları. Halbuki orası eşik görmüyoruz. Orayı atlatırsak her şey düzelecek bizse hep sınıfta kalıyoruz. En yakın yanlışa sarılıveriyoruz. Dünya biziz. Kendimizden başlarsak herkes değişir. Kimse değişmez sözü teslim oluş olsa da kabul edemeyişten kaynaklanan duygu çatışmaları bizi yine mutsuzluğa itiyor. Hani objektif olmak dedikleri doğru değil böyle bakarsak.
Aksine her şeye ben odaklı yaklaşmak o çok bilimsel yargıların kabullendiremediği her şeyi olumlu hale getirip kimseye zarar vermeden hepimizi mutlu edecek. Ben odaklı düşünülmüş her şeyi yine ben başkasını üzmemeliyim başkasına iyi olmalıyım izah edecek kalbi kırık küskünlere yol olacak dünya yaşanılası olacak…