İzmir depremi üzerinden henüz bir hafta geçti.
Acılar henüz çok taze... Hatta çoğu insan depremin şokunu üzerinden atıp henüz acısını dahi yaşamaya vakit bulamadı.
Deprem yıktığı binalar kadar yıkmadığı binalarla da can yakmaya devam edecek.
Bir yandan kaybettiğimiz insanların acısı, yarım kalan aileler, yaşamlar; diğer yandan yaşamak, hayatta kalmak, geçinmek gibi hayatın realiteleri...
Bir basın mensubu olarak depremin ilk anından beri depremi tüm yönleri ile takip ediyorum. Gözüme çarpan gariplikler var.
Muhtemelen bunları sizler de fark ettiniz, belki birilerine anlattınız belki siz de depremin acılarına odaklanarak kafanızdan uzaklaştırdınız şimdilik.
Bazı tespitlerimi sizlerle paylaşayım;
1 - Türkiye bir deprem ülkesi, en iyi ihtimalle 10 yılda bir bu yıkımları yaşıyoruz. Bu konuda dünya ne yapıyor ne yapmıyoru da bırakarak, Türkiye kendi deprem yönetimini geliştirmek zorunda...
Maalesef kamu ve yerel yönetimler bugüne kadar yeterince ciddi olmadı, sorumluluklarını tehlikenin büyüklüğü ölçüsünde yerine getiremediler.
İmar planlamaları deprem gerçeğine göre değil, zengin işadamlarının, müteahhitlerin, güçlü lobilerin rant paylaşımına göre yapıldı.
Denetimler, olması gereken ciddiyetten uzak, zaman zaman içine yine gücün, güçlünün yönlendirmesi karıştı ve denetimler etkinliğini kaybetti.
2 - Türkiye'nin kendi arama kurtarma teknolojisini geliştirmesi lazım.
Binlerce profesyonel arama kurtarma görevlisi, gönüllüsü o devasa enkazlardan, bir can kurtarmak için gecesini gündüzüne kattı. İnsan üstü bir mücadele ortaya koydu. Canlı bir çocuk, bir yetişkin kurtardıklarında çoğunun gözleri yaşardı. Hepsinin eli, ayağı öpülesi insanlar... Söyleyeceğim söz onlara yönelik bir eleştiri değil.
Türkiye, dünya bu konuda neler yapabiliyora elbette bakacak, ancak enkazdan canlı kurtarma, çok seri bir şekilde enkazı; içindeki canlılara zarar vermeden, belki 24 saat geçmeden 8-10 katlı binaların enkazını kaldıracak ve içindeki canlı kalmış tüm kişileri kurtaracak bir teknoloji için kafa patlatmalı bilim insanlarımız. Günlerce enkazlardaki arama kurtarma faaliyetlerini izledim, buna dayanarak diyorum ki, bugünkü teknolojinin bize sunduğu mutlaka yeni imkanlar vardır. Bu konuda teknolojiyi ve imkanları sonuna kadar zorlayarak, Türkiye kendi deprem enkazlarından canlı kurtarma teknolojisini, arama kurtarma sistemini geliştirmelidir.
Çünkü ülkemizin her bölgesi deprem kuşağı içinde ve depreme dayanıklı olmadığını bildiğimiz milyonlarca konut var.
3 - Deprem bölgesini tümünü kapsayan yeni bir deprem alanı, acil yönetim sisteminin iyileştirilmesine ihtiyaç var.
İzmir depreminde ana caddelerdeki, tüm televizyonların canlı yayın yaptığı enkazların etrafında mükemmele yakın bir organizasyon varken, arka caddelerdeki çöken binaların etrafında aynı ilgi alaka, yardım organizasyonu yoktu. Dolayısıyla kurtarma ekiplerinin deprem bölgesine dağılımında, görev paylaşımında, gelen yardımların bölgenin tümüne dağıtılmasında, yakınları enkaz altında kalmış kişilere tıbbi ve psikolojik destek sağlanmasında, depremden zarar görmüş ailelere barınma, beslenme konusunda destek sağlanmasında, depremzedelerin gelecek kaygılarının azaltılması noktasında düzenli bir şekilde bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesinde; afet yönetim sistemimizin kendini güncellemesi, mükemmelleştirmesi, ortaya çıkan yeni boşlukları göz önünde bulundurarak kendini yeniden yapılandırması gerekiyor.
Elbette bu işi yıllardır profesyonelce yapan insanların söyleyecekleri çok daha işe yarar şey olacaktır. Ancak benim gözlemlediklerim karşısında aklıma ilk etapta gelen şuydu: Deprem enkazlarını, en üst kattan başlayarak, peynir gibi küçük parçalara ayıracak, bunu yaparken de alt katlarda hala canlı olan kişilere zarar vermeyecek, alt katlardaki yaşam boşluklarının çökmesine neden olmayacak, yeni ve güçlü teknolojik alet ve donanımlara ihtiyaç var. Bu taşınabilir hale gelmiş bina parçalarını hızlı bir şekilde enkaz üzerinden uzaklaştıracak onlarca insan zincirine ihtiyaç var. Profesyonel ekipler enkaz üzerinde, on binlerce gönüllü de enkaz çevresinden başlayarak bu bina parçalarını dakikalar içinde enkazdan uzaklaştırabilir ve enkazdaki canlılara daha hızlı ulaşmanın önünü açabilirler. Tabi bunun için bilim insanlarının işi sadece enkaz kaldırmak olan yeni teknolojileri kurtarma ekiplerine sunması gerekiyor.
Çünkü hepinizin fark ettiği gibi enkaz bölgesinde on binlerce insan birikiyor ancak enkaza sadece profesyonel ekiplerin gücü ile müdahale edilebiliyor. Oysa enkazın üzerine çıkarmadan bu on binlerce insanı kurtarma çalışmalarına iyi yönetilen bir sistemle dahil etsek, bir binanın enkazını 24 saatte kaldırabilir, daha fazla can kurtarabiliriz.
Elbette bu konuda bir teknoloji var ve kullanılmıyor diye yazmıyorum, sadece işi teknoloji geliştirmek olan bilim insanlarına bir ufuk göstermek istiyorum. Bu konuda kafamda oluşan yüzlerce detay var, onu ayrı bir yazıda toplayıp, yapabilirsem enkazlardan canlı kurtarma sistemlerine küçük bir katkı koymak isterim.
4 - Afet yönetim sisteminde medyaya yer yok! Oysa yaşanan dramları en çarpıcı haliyle insanlara ulaştıran medyadır. Elifi, Ayda'yı, onların hayata tutunmaya çalıştıkları o dakikaları, onların o bakışlarını, parmak hareketlerini, yüzlerindeki masumluğu insanlığa göstermeden, siz bir depremin ne denli büyük bir felaket olduğunu anlatamazsınız. Bir depremde şu kadar insan öldü demekle, siz dünyaya deprem gerçeğini anlatamazsınız.
İki büyük ayıp gördüm. Biri; medyanın depremin daha ilk anlarında deprem şiddetinin 6.9 olduğu açıklanmasına karşın, bütün yayınlarında 6.6 şiddedindeki deprem başlıklarını atması ve binlerce canlı yayında, haberde, tv'lerdeki haber başlıklarında 6.6 şiddetinde şeklinde kulanması... Bu nasıl bir bağnazlıktır, ilk haberleri 6.6 diye geçtik diye yıllarca gerçeği görmezden gelip 6.6 diye yazmaya devam mı edeceğiz? Gördüğüm kadarıyla evet öyle devam ediyor ülkemizin koca medyası...
Diğe konu ise basın artık kamu kurumları, kamu yöneticileri tarafından pek kaale alınmıyor. Deprem bölgesinde medyaya düzenli bir bilgilendirme yapılmıyor. Türkiye'nin en bilinen haber kanallarının muhabirleri dahi yeterli, etkili ve gerçekçi bilgileri anında alıp izleyicilere ulaştıramadılar. Çünkü kurtarma çalışmalarının doğası gereği, enkaz alanından çok uzakta tutuldular, yanaşmalarına izin verilmedi.
Basın nedir, haber nedir, ne işe yarar, toplumu bilgilendirmek, yönlendirmek, gerçekçi etkileri topluma ulaştırmak nasıl bir iştir, bu konularda en ufak bir fikri olmayan yeni görev başlamış bir polis memuru yada jandarma görevlisi dahi çıkıp, büyük haber televizyonlarını, gazete muhabirlerini 'yasak kardeşim' diyerek geri çevirebildi.
Bir polis memuru depremin en çarpıcı fotoğraflarını çeken, yıkılmış bir binanın görevlisini fark edip gidip özenle tarihe geçecek o kareleri zorla telefonundan sildirdi. Zira zaten basının o fotoğrafları çekecek imkanı yoktu, enkaza 100-200 metre uzakta tutuluyorlardı, önlerinde de doğal olarak devasa iş makinaları vardı. O anda enkaz başında ne olup bitiyordu, bunu çok zor koşullarda öğrenebiliyorlardı ve çoğunlukla da çok geç öğreniyorlardı.
Oysa afet yönetimi bir kaç kişiyi görevlendirip basına anlık bilgi akışını sağlayabilir, bazı kamera ve foto muhabirlerinin kurtarma çalışmalarına katılmasına izin verilebilirdi. Çünkü bir depremde topluma ulaşması gereken o kadar çok mesaj ve bilgi var ki, inanın sizler bunun çok azını alabiliyorsunuz.
Dünyadaki bir çok ülkeye kıyasla gerçekten iyi bir afet yönetimine sahibiz, bu saydığım sorunlar buna rağmen yaşanıyor. Bunları yazmamdaki sebep elbette eleştirmek değil, afet yönetim sistemimizin bunları fark edip daha mükemmel bir yapıya kavuşmasıdır.
5 - Deprem üzerinden siyaset..
Maalesef her afetten sonra İzmir depreminden sonra da afet üzerinden siyaset yapıldığını gördük. Elbette siyaset kurumu, etik ve yasal bir kurumdur. Onu sorgulamıyoruz ancak afeten hemen sonra henüz enkazda canlı insanlar varken, 'sen yaptın, ben yaptın, sen yanlış yaptın ben doğru yaptım' tartışmaları çok sevimsizdir. Bu ülkede çöken her binada Cumhurbaşkanından, Ana muhalefet liderine, milletvekilinden bir çok devlet kurumunun en alt kademedeki memuruna kadar değişik oranlarda sorumluluğu vardır. Hatta basın mensupları olarak bizlerin dahi önemli sorumlulukları vardır. Yani böyle bir afette suçlu arayacaksak, ülkenin en azından üçte birini suçlayabiliriz. Ancak bu çıkar yol değildir. Afetlerden sonra önce afet yönetimini en etkili ve doğru şekilde yapıp, mümkün olan çok canlıyı kurtarmak, canlı kurtulanları da en kısa zamanda yeniden hayata entegre etmek tek çabamız olmalıdır.
Siyasi tartışmalarını aylar sonra yıllar sonra yapsak o bile sevimsizdir.
6 - Müteahhitler cirit atıyor... Yeni ekonomi yeni fırsat telaşındalar...
Her depremden sonra olduğu gibi İzmir depreminden sonra da bazı müteahhitler gözaltına alındı, bazıları tutuklandı. Oysa hasar gören bina sayısı binlerle... Bu alanda bir adalet sağlayacaksak şimdi binlerce müteahhidi tutuklamanız gerekir ki, hepimiz bunun mümkün olmadığını, esas çözümün de bu olmadığını biliyoruz.
Ancak bana sevimsiz gelen bir görüntü vardı, yardım edelim görüntüsü/adı altında onlarca müteahhit, deprem bölgesinde çalışma yapan bakanlar, milletvekillerinin, siyasi parti başkanlarının etrafında adeta cirit atıyordu. İzmir Valimizin basına yansıyan deprem bölgesindeki çalışma görüntülerinin çoğunda bile tanıdık bir kaç müteahhit görebilirsiniz. Malum hepimizin kafası bu kadar çalışabiliyor, o bini bulabilecek bir hasarlı bina var. İzmir'in kentsel rantı açısından en dikkat çekici bölgesi, haliyle niyeti ne olursa olsun her müteahhidin, inşaat sektöründeki herkesin yaşamın doğası gereği dikkatini çekecektir.
Ancak afet alanında cirit atmak, farklı atraksiyonlarla 'ben burdayım' mesajları vermek, o da bana biraz sevimsiz geldi. Orada doğacak kentsel yenileme rantına ilişkin hesapları da keşke bir süre erteleseler yada bu kadar gözümüze sokmasalar...
7 - Hepiniz gibi Ayda'yı, Elif'i izlerken ben de durmadan ağladım. Hele hele bir anne baba olup da o görüntüler karşısında eriyip yok olmamak, kahrolmamak mümkün mü? Bira ara 'Allahım biz bütün yetişkinleri öldür ama bu çocuklara dokunma' diye yakarırken yakaladım kendimi... Biraz acımasızca olabilir ama ne düşündüm biliyor musunuz? O görüntüleri bir film yapıp, mimarlık fakültelerinde okuyan öğrencilere ders olarak izletmelisiniz. Hatta mesleği müteahhitlik olan, inşaat sektörü olan kişileri büyük salonlarda topyayıp, bu görüntüleri defalarca izletmelisiniz ki yaptıkları işin ne kadar ciddi, ne kadar hayat birebir ilişkili olduğunu beyinlerine kazısınlar.
Kırdıklarım varsa peşinen özür dilerim ama birilerinin bu acıyı biraz kelimelere dökmesi lazımdı...
harika bir gözlem ve yazı olmuş. küçük iki ilavem olacak. 1-önceliğimiz daha dayanıklı binalar olmalı 2- yaptığı binası yıkı***, zarar gören müteahhitlere asla yeni inşaat izni verilmemeli. bu da hepsine çeki düzen sağlar...